Yürek burgusu acı verirdi, dinmeyen bir acı. Sürekli orada durur ve unutulmasına olanak tanımazdı. Düşüncelerin her birini esir alırdı önce ve sonra da bedeni kuklası yapardı belli etmeden. Farkına bile varamazdı insan ya da o anki hüznüyle fark edemezdi. Kim Minseok’un kalbinde uzun zamandır bir burgu vardı. Sürekli deliyordu katmanları acımadan ve gittikçe daha da derine iniyordu.
Son darbeyi geçen günlerde almıştı daha bahar gelmeden. Martın ortalarıydı belki ama hava hala daha tenini kesecek kadar soğuktu. Bir parka gitmişti soğuğa aldırmadan bekliyordu dakikaların geçmesini. Nasıl geçtiklerini bile anlamıyordu gerçi, kafası yapacağı şeyle oldukça meşguldü. Sözcükleri birer birer tekrardan aklından geçiriyordu. Ses tonunu ve yüz ifadelerini nasıl ayarlayacağını düşünüyordu bir yandan da.
Yapamamıştı. Birkaç aydır hayatının içinde olup ona en yakın olan insana alışamamıştı, sevememişti. Sevmeye alışkın değildi Minseok. Ona yabancı olan bir duyguyu, daha önce hiç hissetmediği bir duyguyu nasıl yaşayacağını bilemiyordu. Ailesi onları sevmesine izin vermemişti, geçmişindeki her bir insan o bu duyguyu yaşayamadan ya çekip gitmiş ya da ona ihanet etmişlerdi. Daha yeni yeni tadıyordu bu duyguyu arkadaşlarıyla yaşayarak. Duygusal boyuta geldiğinde ise tamamen başarısız olmuştu.
Son iki haftadır ne zaman buluşacak olsalar dilinin ucuna kadar gelen kelimeler ağzından çıkamıyor ve bu onu sadece daha çok hasta ediyordu. Sürekli aklını sıkıştırıyor ve omuzlarına bir yük bindiriyordu. Zamanın her şeyi çözebileceğini düşünmüştü ama yanılmıştı. Daha fazla ne yapabileceğini ise bilmiyordu. Ona kalbini verebileceğini sanmıştı ama bu aptalca bir beklentiydi çünkü kendini tanıyordu.
Sonunda ise kelimeler dudaklarını terk ettiğinde karşısındaki yıkılmış yüzü unutamıyordu. Aklına geldikçe burgu yüreğini daha çok deliyor ve onu suçluluk duygusundan arınmasına izin vermiyordu. Ne cümleler kurmuştu kafasında oysa. Hiçbirini söyleyememişti kilitlenip kalmıştı çünkü. Kendisini bu kadar seven birini üzmek hiç istemediği bir şeydi, yolları daha fazla kesişmeden bitirmek istemişti her şeyi. Daha fazla birbirlerinin hayatlarına dahil olmadan önce. Ama bunu da yapamamıştı ve kafasında ise sürekli söyleyemediği o kelime dolanıp duruyordu.
“Üzgünüm.”
Şimdi ise bahar gelmişti. Kiraz çiçekleri birer birer yeni umutlar gibi açmıştı ve bir rüzgar bütün üzüntüleri sürükleyip götürüyordu peşinde. Minseok ise yolda yürürken bunların farkına pek varamıyordu. Düşüncelerin arasında kaybolmuştu tamamen. Öyle ki arkadaşlarının yanına vardığını bile anlayamamıştı.
Bankın yanında ayakta dikilirken ona odaklanmış iki çift göze karşı gülümsemiş ve bir konuyu tartışmaktan onu fark edememiş diğerlerine bir göz attıktan sonra aralarında daha yeni katılmış olan Jongdae’nin yanına sakince oturmuştu. Jongdae onun yanına oturduğunu fark edince umursamazca diğerlerini dinleyen yüz ifadesi değişmiş ve kafasını ona çevirerek ışıldayarak gülümsemişti. Sarı saçları alnında dağılmışken siyah gözleri genişçe gülümsemesinden dolayı kısılmıştı. Elmacık kemikleri ise güneş ışığının altında parıldıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
april, and a flower
FanfictionBaharın gelmesini bekleyen yalnız bir ruh ve sevgiyi hissetmek isteyen umutsuz bir ruhun hikayesi.