Ne olursa olsun orada olacaksın, biliyorum.

56 11 9
                                    

Sorumluluklar baş ağrıtırdı

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Sorumluluklar baş ağrıtırdı. İnsanın ömründen her bir yıl eksildiğinde yapması gerekenler git gide artar ve büyük bir yığın oluştururdu. Yıpratırdı insanı; güne sıkıntıyla uyanmasına, gece kafasını yastığa derin düşüncelerle koymasına neden olurdu. Hiçbir zaman insanın yakasını bırakmazdı. Çoğu insan ise sorumluluklarından kaçmayı tercih ederdi.

Minseok çok da umursamazdı her şeyi. Çoğunlukla anlık yaşardı, gelecek konusunda çok endişelenmezdi. Sevmezdi sorumluluk almayı, bu nedenle de her şeyi zihninin gerisine atardı. Biri ona yapılması gerekenleri söylediğinde ise sadece gülümser ve bir şekilde onları geçiştirirdi. Bazı şeylerin sebeplerini başkalarına yüklemeye alışmıştı bundan dolayı.

Nisan ayının ortalarına yanaşmışken sınavlar bitmiş ve öğrenciler rahat bir nefes almıştı. Minseok da bu dalgaya kapılmış ve sınavlarının nasıl geçtiğini umursamadan Yifan’ın evine doğru yol alıyordu bir film gecesi için. Baharın başlarındaki beyninde rahatsızca dolaşan derin düşünceler ve içini kemiren suçluluk duygusu çoktan unutulmuştu ve geçmişin tozlu yollarına dökülmüştü her biri. Şimdi ise temiz havayı içine çekerken kendini hafiflemiş ve mutlu hissediyordu.

Aklında gülümseyen bir çift siyah göz belirdiğinde sabırsızlıkla adımlarını hızlandırmış ve kendi kendine bir şarkı mırıldanmaya başlamıştı. Akşam güneşi beyaz tenini ısıtırken aynı şekilde ılık bir rüzgar da teninde dolaşıyordu. Etrafındaki her şey pozitif enerjisini daha da arttırıyor ve Minseok’un her şeyi daha canlı görmesini sağlarken hayata daha olumlu bakmasını sağlıyordu.

Yifan’ın tek başına yaşadığı apartmana vardığında asansörü kullanmak yerine merdivenleri ikişer ikişer çıkmıştı hızla. Solukları hızlanmış halde kahverengi kapının önüne vardığında zile ardı ardına basmış ve beklemeye başlamıştı. İçeriden yükselen Junmyeon’un sesi üzerine bir şeyin çarpma sesini bir küfür takip etmiş ve ardından kapı sonuna dek açılmıştı. Bir ayağı üzerinde sekerken yüzü acıyla buruşmuş olan Yifan karşılamıştı onu.

“Hoş geldin Minnie.”

Yifan kalın sesiyle onu selamladığında onun bu haline gülmüştü istemsizce.

“Kapıyı açmaya çalışırken serçe parmağını vurdun değil mi?”

Ayakkabılarını çıkarıp içeri girerken neşeyle cıvıldadığında Yifan sadece kafasını sallayabilmiş ve kapıyı kapatmıştı. Minseok’un adımları onu alışık olduğu mutfağa doğru yönlendirirken arkasında bıraktığı salondan gülüşme sesleri yükseliyordu. Mutfağa girdiğinde üst raflardaki tabaklara uzanmaya çalışan Junmyeon’u görmüştü. Elindeki poşeti masaya bırakıp da tezgaha yaslandığında kollarını göğsünde birleştirmişti. Onun can çekişmesini eğlenerek izlerken Junmyeon onu fark etmiş ve sinirle söylenmişti.

“Öyle güleceğine yiyecekleri hazırlamaya başla Kim Minseok. Zaten yine geç geldin.”

“Özür dilerim Myeon. Trafik vardı.”

“Senin araban yok Minseok.”

Junmyeon parmak uçlarında yükselmeyi bırakıp da ifadesiz bir yüzle ona baktığında Minseok hemen masaya yönelmiş ve abur cubur paketlerini açmaya başlamıştı. Junmyeon ise gözlerini devirdikten sonra az ötesindeki sandalye ile birkaç defa bakıştıktan sonra yüksek bir sesle “Yifan, buraya gel!” diye bağırmıştı.

Yifan’ın koşar adımları koridorda duyulduktan bir saniye sonra uzun bedeni ile kapının önünde dikilir haldeydi. Junmyeon işaret parmağı ile üst rafı işaret ettiğinde hemen onun yanına gitmiş ve tabakları raftan indirmeye başlamıştı. Minseok aldığı tabaklara abur cuburları doldurduktan sonra ikiliyi arkasında bırakıp salona gitmişti.

Televizyonun önündeki kanepeye Baekhyun ve Luhan konuşlanmışlardı. Luhan’ın elindeki telefona bakıp bir oyun hakkında yorum yapıyorlardı. Onların çaprazındaki koltukta Jongin elleriyle şekiller yaparak heyecanlı bir şekilde onu dikkatle dinleyen Jongdae’ye bir şeyler anlatıyordu. Onun gelişiyle bütün kafalar ona dönmüştü.

“Hyung gelmişsin!”

Luhan’ın sesi bütün odayı doldururken Baekhyun ise ona bir yastık fırlatmıştı.

“On dakika daha geç kalsaydın seni eve almazdık.”

Minseok ona dil çıkarırken elindeki tabakları masaya bırakmış ve ardından ona gülümseyerek bakan ikiliye bakmıştı. Yolda gelirken aklında beliren siyah gözler tıpa tıp aynı şekilde karşısında gülümser haldeydi ve bu Minseok’un heyecanlanmasına neden oluyordu. Yüzünde küçük bir gülümsemeyle o da karşılık verdiğinde Junmyeon ve Yifan’da salona girmişlerdi.

Hangi filmi izleyeceklerinin üzerine harcanan on dakikanın ardından odanın ışıkları sönmüş ve Minseok kendini bir anda Jongdae ile yan yana oturur halde bulmuştu. Jongdae’nin diğer tarafında kucağında bir yastıkla neredeyse yayılarak oturmuş olan Jongin yüzünden bedenleri arasında çok az bir boşluk vardı. Minseok bir elini saçının arasından geçirirken sağ kulağında hissettiği sıcak nefesle hafifçe yerinde irkilmişti.

“Çok geç geldin Minseok. Merak etmeye başlamıştım.”

Melodik ses kalbinin ritminin bozulmasına neden olurken Minseok konuşmadan önce yutkunmuştu.

“Ben her zaman geç kalan ama muhakkak orada olan o kişiyim.”

Film başladığı için sessizce fısıldadığında Jongdae de onu taklit ederek “Önemli olan gelmiş olman.” diye fısıldamıştı.

Minseok’un dudaklarında bir gülümsemenin hayaleti belirirken sonrasında ikisi de sessiz kalmış ve filmi izlemeye başlamışlardı. İlk dakikalarda oldukça heyecanlı olan film hepsinin dikkatini üzerinde toplamayı başarmışken ilk bir saatin ardından senaryo durgunlaşmaya başlamıştı. Minseok bir yandan neden romantik-komedi izlediklerini düşünürken diğer yandan da esneyerek telefonunda geziniyordu Bir süre sonra telefonda da bakacak bir şey kalmadığında tekrardan filme dönmüş ve görmeyen gözlerle izlemeye başlamıştı.

Bu zihinsel ve bedensel boşlukta beyni yine son hızla çalışmaya başlamıştı istemsizce. Filmdeki üzücü arka müzik bu haline yardımcı olmazken hayat denen büyük bir sayfada küçük bir nokta gibi olduğunu düşünüyordu. Önemliydi ama bir o kadar da önemsizdi. Önemliydi çünkü onu seven insanlar vardı, gittiği zaman onu özleyecek olan insanlar. Önemsizdi çünkü onu sadece birkaç insan tanıyordu ve bu dünyadan yitip gittiği zaman arkasında hiçbir şey bırakamayacakmış gibi hissediyordu. Bir etki yaratamadan toprağa karışacakmış gibi.

Bu düşünce öyle sık aklına geliyordu ki bu gelecekten korkmasına neden oluyordu. Hayatta önemli bir hale gelmek biraz da onun elindeydi ve herhangi yanlış bir şey yapıp da bu şansı kaybedecek olmak onu endişelendiriyordu.

Minseok umursamazdı ama her şeyi kafasına çok takardı. Tam bir zıtlıklar abidesiydi.

Son zamanlarda ise daha umutluydu bu konularda. Hedeflerini daha net belirler olmuştu, neler yapmak istediği konusunda daha emindi. Gereksiz şeyleri hayatından çıkarmaya ve istediği şeylere kavuşmak için daha çok çabalamaya başlamıştı. Daha çok gülümser ve geceleri daha rahat uyur olmuştu. Ve içten içe bütün bunların nedenini de biliyordu.

Jongdae hayatına girdiğinden beri her şey daha da rayına girmiş gibiydi. Jongdae onu dinliyor ve ona yardımcı olacak öneriler sunuyordu. Jongdae ortada olmadığında onu merak edip arıyor ve Minseok’a kendini özel hissettiriyordu. Jongdae ona bir iltifat ediyor ve günün devamında Minseok sürekli gülümsüyordu. En önemlisi ise Jongdae ona gülümsüyor ve bütün gününün aydınlanmasına neden oluyordu. Jongdae kalbine öyle bir dokunuyordu ki Minseok’un bütün düşünceleri sarı saçlı gencin esiri oluyordu.

Sağ omzunda hissettiği ağırlık hızla gerçek dünyaya dönmesine neden olmuştu. Jongdae’nin leylak rengi göz kapakları kapanmış ve siyah kirpikleri elmacık kemiklerini titreyerek okşarken sarı tutamlar Minseok’un omzunda yer edinmişti. Huzurlu solukları aralarında duyulurken pembe dudakları Minseok’un gömleğine değiyordu.  Masum bir ifade gevşemiş keskin yüz hatlarında yer edinmişti.

Etrafındakileri umursamadan bilinçsizce onu izlemeye başlamıştı Minseok. Az önce özenle düşündüğü geleceğinde bu yüzün orada olmasını istiyordu. Her gün severek bir şarkıyı dinlediklerini, tek başına yürüdüğü yolda onu yalnız bırakmayacağını, ileride geçireceği sayısız doğum gününde kendisini gülümseyerek tebrik ettiğini, iyi geceler öpücüğü verdikten son yüzündeki gülümsemeyi hayal edebiliyordu. Jongdae sessizce kalbinde uyuyacak ve anılarında yer edinecekti. Ne olursa olsun yanında nefes alacak ve onu yalnız bırakmayacaktı.

Minseok sorumluluk alamazdı, omzundaki yükler onu rahatsız ederdi. Ama tam o anda Jongdae’nin başı omzunda yer edinmişken onu hep orada taşıyabileceğini hissediyordu. Jongdae ile beraber olmak hayatındaki en güzel sorumluluk halini alacakmış gibi.

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Hayatta alınabilecek en güzel sorumluluksun

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Hayatta alınabilecek en güzel sorumluluksun.

april, and a flowerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin