Ne zaman anlayabildik ki hissettiğimizin ne olduğunu, neden olduğunu.
Nasıl tarif ettik...
Acı mı?
Hüzün mu?
Yanlızlık mı?
Hangisi tam içindekini ifade etti.
Tam içinde oturan kocaman bir dev, sürekli nefesini kesen bir sigara dumanı, kulağında yankılanan bir ses, gözünün önündeki film perdesinde sürekli oluşan silüet, aklına her an gelen, hatta gitmeyen bir çift göz.
Yok! Olmuyor!
Tabiri bu değil.
Duyduğun her şarkıda onun sesi yankılanır, herhangi bir şey düşünmek istediginde önünde belirir, gökyüzüne her baktığında dolunay gözleri oluverir.
Ormanlar... O oksijen dolu yerler bile bir kutuya döner. Sığamazsın yere göğe. Unutmak istiyorsun üzülmemek için, mümkün olmuyor. Keşke baştan tanımasaydım diyorsun, yaşamamak için bunları, sonra bir şey kesiyor bu düşünceleri diyor ki onu gördüğündeki, duyduğundaki hatta düşündüğündeki güzel şeyi kim, ne hissettirecek.
Düşünüyorsun ne bu?
İçimdeki ne?
Özlem, hüzün, çaresizlik, mutluluk...
Sorunca "Ne bu?" diye.
"Aşk" diyorlar.
Hani bildiğimiz şu herkesin çıktığı, bir ay sonra ayrıldığı kişiye hissettiğini söylediği şey mi?Hayır eğer buysa aşk, benimki aşk değil...
Merhaba. Bu kitabı ne kadar yazarım bilmiyorum.
Bence çok yazmadan silerim ama tutarsa devamı gelir. İyi okumalar.😊Instagram= wattpad_andac
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Andaç
Teen FictionArabanın kaputuna sertçe ittirdi ve üzerime yürümeye başladı. Tek hamlede tişörtünden kurtuldu ve kaslı vücudunu sergiledi, gerçekten dikkat çekmemesi imkânsızdı. Elleri yavaşça kemerine gitti, gözlerim fal taşı gibi açılırken kemerinden kurtuldu...