HAYIR

18 1 2
                                    

                  Yeni ve mutluluk saçan yuvam burası mıydı? Kapıyı açtım. Gıcırtının içimi titrettiğini hissettim. Soğuk taş merdivenlerden çıkıyordum. Her adım biraz daha soğutuyordu içimi. Dairenin kapısını açtım, ardına dayadım. Geniş mi geniş salonun ortasında tek başına bir sandalye, hüzünlü bir köpek gibi duruyordu. Sandalyeye oturdum. Şansımı düşündüm. Bana bir ay bedava oturma izni ile evini kiralayan Hatice Teyze'yi düşündüm. Çocukluğumdan beri itip kakılmam insanlara olan güvenimi sarsmışken yetiştirme yurdundan çıktıktan sonra iyi insanların da toplumda var olduğunu keşfettim. Yeni patronum Savaş Bey bu tür insanlardan bir diğeriydi. Bana, durumumdan bahsettikten sonra iş sözleşmesi karşılığında bir maaş avans verdi. Aynı gün içerisinde işim, evim olmuş ve bir de bana ait yatağım olacaktı.

                  Sandalyeme oturmuş bir odası ve bir salonu olan evimi seyrettim. Salon uzunluğuna oldukça uzun, enine oldukça enli... Bir hatta çok zorlasak iki kişinin yaşayabileceği bir salondu. Güneş, ortadaki camı açılan, tamı tamına üç camlı pencereden yarım yarım düşüyordu içeri. Gözlerimle güneş düşen yer bile dahil her metrekaresini dolduruyordum. Sandalyem yaratma tahtım mıydı o zaman? Güneş alan salonda pencere önü geniş ama sıcak bir koltukla dolmalıydı. İleride çocuklarım olursa buradan dışarıyı seyrederlerdi. Gaddar bir baba mıyım ben? Çocuklarımı dışarıda gezdirmek varken pencereden mi baktıracağım? Çok zengin olmalıydım. Bir sandalye ile olmazdı. Girdiğim işten kovulmamalı, yememeli, içmemeliydim. Kumar denen illet zaten hayatımdan çıkmıştı. Gittiğim kumarhaneden yavaş yavaş uzak durmalıydım. Hatta hiç uğramamalıydım da. En iyisi yavaş yavaş bırakmalıydım. Çünkü bu bir alışkanlıktı. Aslında bugün gidip başka hiçbir zaman gitmesem olur muydu? Cebimdeki yatak parasını oynayabilirdim. Geceyi de kumarhanede geçirirdim. Yok olmaz asla yapamazdım bunu. Siyahın en açık haliyken daha da bulaşmamalıydım zifire.

                        Kapıyı açtım. Girdiğimde pis sigara kokuları, geveze insan kahkahaları, müstehcen şakalar ve rulet tıkırtısı karşıladı beni. Geçtim oturdum kumar masasındaki sandalyeye. Evimdeki sandalyenin suçu neydi acaba? Rulet masasının sandalyesi gibi değildi benim sandalyem. Buradaki sandalye zengin veya fakir ağırlarken benim sandalyem tek başına bırakılmıştı. Gözümü esirgeme kurumunda açmıştım. Rüstem'in ölümüyle tek ailemi de kaybettim. Arkadaşlık kavramının benim için pek bir değeri kalmadı. Zaten ailem hiç olmamıştı. Sandalyem gibi doğdum ve sandalyem gibiyim şu an. Rulet masası sandalyesi gıcırdamıyordu ama gıcır gıcırdı. Gıcır da her cümleye gidiyordu.

              Tüm paramı kırmızıya koydum. Kaybettim. "Heyecanlanmak nedir?" burada öğrenmiştim. Kumarhanenin bir borç vereni vardı. Pos bıyıklı ve kıllı bir adamdı bu. Yanına yanaştım. Borç almak istediğimi söyledim. Aldığım borcu sıfıra koydum. Büyük bir riskti ama ortalama on beş elden beri sıfır gelmiyordu. Kazandım ve şaşkındım. Elimdeki yatak parası on katı değer kazanmıştı. Paranın yarısını ayırdım ve bir kez daha kırmızıya yatırdım. Paranın yüzde ellisi yeniden cebimdeydi. Fakir oturduğum sandalyeden zengin kalkmıştım. Zaten kaybedecek neyim vardı ki? İnsan her şeyini kaybetse sevdikleri kalırdı etrafında. Benim kimsem yoktu ki. Kaybedecek bir şeyimin olmaması daha çok cesaret veriyordu bana. Yalnız şu an bir derdim vardı. Kazanmam gereken parayı kazanmıştım ama yatak alabileceğim dükkanlar kapanmıştı. Planım bu geceyi kumarhanede geçirmekti ama erkenden kazançlı bir şekilde ayrılmıştım. Sandalyem vardı benim. Fakir de ağırlardı beni zengin de. Rulet sandalyesi asla fakir oturtmazdı üzerine. Ama fakir yollayabilirdi insanı üzerinden.

              Sokağa çıktım, nefesi buharlaştıran soğukta kapıdaki sigara dumanlarını yararak. Karanlık ve ıssız sokaklardan koşar adımlarla yürüyerek geçtim. Evin kapısını açtım. Soğuk taş merdivenlerden önce, ayakkabılarımı çıkardım. Birazdan cebimdeki sıcaklığa rağmen ayaklarım üşüyecekti. Mutlu muydum? Ayaklarım beklediğimden az üşümemişti. Dairemin kapısına geldiğimde karşı kapımda oturan Hatice Teyze kapısına çıktı. Gülümsüyordu ama çok terliyordu. "Bir sorun mu var?" diye sordu. Ben de hafifçe cebime eğilerek baktım. Kafamı kaldırıp gülümsedim, "Artık yok." dedim. Dairemin kapısını açtım. Sandalyem beni bekliyordu. Ona da gülümsedim. Bu gecelik beni bütün yükümle taşıyacaktı. Uykumun ağır olması her yerde işime yarıyordu. Esirgeme kurumunda uyumak kolay değildi. Sandalyeye oturup sabaha kadar güzel bir uyku çekecekti. Oturdum. Cebimden paralarımı çıkarıp sandalyemin önüne koydum. Karanlık ve soğuk bir gece beni koynuna çekiyordu.

                Göz kapaklarım aralandığında kapıda bir karaltı gördüm. Kapının gıcırdaması sayesinde uyanmıştım. Ayağa kalktım tutulmuş boynuma rağmen. Sandalyemi kaptım. Karaltının kafasına vurdum. Sanırım kafası kanadı. Kafasını tutarken bir tane daha vurmak için sandalyemi kaldırdığımda geri indiremediğimi hissettim. Kafamı geriye doğru döndürdüğümde Hatice Teyze'yi görebildim sadece. Sonrasında bayılmışım.

                Sabah uyandığımda yerdeydim. Her tarafım tutulmuştu. Belimi doğrulttum, kafamı kaldırdım. Etrafıma baktığımda ne sandalyem ne de paralarım vardı. Kalktım. Bir sinirle karşı dairedeki Hatice Teyze'nin kapısına dayandım. Dakikalarca dövdüğüm kapıdan zerre ses gelmedi. Kafamı kapıya dayadım. Gözlerim yavaş yavaş doluyordu. Yere bakarken gözyaşlarım ayakkabılarımın ucuna damladı. Dizlerimde derman kalmadığını hissettim. Yere çöktüm. Bir hızla merdivenlerden indim. Soğuk olan merdivenler artık çok daha soğuktu. Bakkala girdim. Selam verdim. Küçük sandalyeye oturdum. Hatice Teyze'yi sordum. "Hangi Hatice Teyze, delikanlı?" dedi. Titreyen parmağımı, penceresi güneye bakan daireye doğrulttum. "Şu dairede oturan..." diyebildim. "Güzel evladım." dedi. "O dairenin sahibi Yorgi Bey beş sene evvel vefat etti. Daire, şu an Yorgi Bey'in borcuna karşılık tefecilerin elinde" dedi. O an neler döndüğünü, neler yaşadığımı kavradım. Sandalyemi bile almışlardı elimden. Bana en çok benzeyen o sandalye meğer ki benim kadar masum değilmiş.

                   Saat 11'e geliyordu. Çalıştığım yere doğru yürümeye karar verdim. Cebimdeki yirmi beş kuruş ile pek bir şansım da yoktu. Saat 12.30 gibi iş yerine gelmiştim. Girişte patron beni karşılamıştı. Kahkahalar atarak beni odasına buyur etti. İlk kez laflarla böyle eziliyordum. Odasına girdik, hayatımda gördüğüm en süslü sandalyeye buyur etti. Sandalyenin ucuna yavaşça oturdum. Gözlerimi patronun gözlerinden başka yüzündeki her noktada gezdiriyordum. Bana, bu şartlar altında beni çalıştıramayacağını, böyle disipline sahip bir çalışan istemediğini söyledi. Ezilmiştim. Sandalye beni öylesine itiyordu ki, canım acıyordu. Boğazım ağrımaya başlamıştı. Ağlamamalıydım. Gururlu olmalıydım. Anlayışları için teşekkür ettiğimi söyledim. Tam kalkıyordum ki patronum omzumdan tutup beni o acımasız sandalyeye tekrar oturttu. Avansı senet üstünden verdiklerini, eğer bir ay içerisinde ödeme yapmazsam hukuki işlem başlatacaklarını söyledi. Sandalye öyle ağrıtıyordu ki içimi, kalbim kırılmıştı. Sandalyem yoktu. Kimsem yoktu. Tamam dedim. Öderim dedim. Kalktım. Sokaklarda gezdim. Yatacak yerim yoktu. Sokaklarda yattım. Soğuk taş merdivenleri bile öylesine özledim ki bu soğuk park köşelerinde, sokak asfaltlarında hiç üşümediğim kadar üşüyordum. Ödemediğim para için gittim polise başvurdum. Üşümemek için. Oturmak için. Evet, evet... Oturmak için. Sandalye için. Sırtım çok ağrımıştı. Koğuşa girdim, gözlerim dolu dolu halde. Karşımda bir sandalye, hüzünlü bir köpek gibi bana bakıyordu. Ben ise onun karşısında, bir sandalyeden medet uman bir sokak köpeğiydim.

Mehmet Niyazi ASLANTÜRK

HAYIRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin