"Dirihisar"

6 0 0
                                    

Hayatım boyunca hep Karadeniz'i gezmek, yeşilin içinde kaybolmak istemişimdir. Ama hayat koşturmacasından bu hayalimi hep ertelemek durumunda kaldım. Devlet beni buraya atamasaydı, belki de bir gezi planı yapmam imkansızdı. Ama bunların artık bir önemi yoktu çünkü ben olmak istediğim yere gelmiştim. Tıpkı düşlediğim gibi bir yerdi, ne eksik ne de fazla. Otobüs garından Dirihisar'a giden dolmuşvari araçtan indiğim an ciğerlerimde hissettiğim o ferahlık, tarif edilemeyecek kadar güzeldi. Dolmuştan indiğim yerde yaklaşık bir dakika kadar etrafımı seyrettim diyebilirim. Arşa yükselen dağların büyüleyici koyu yeşil rengi, kurşuni gri yağmur bulutları ve yağmurun henüz dinmiş olduğunu gösteren, çimenlere serpilmiş su damlacıkları. Burası mükemmel bir yerdi. Temmuz sonlarına yaklaşmamıza rağmen ürpertici bir serinlik hâkimdi. Bundan asla şikayetçi değildim, aksine böyle havaları hep çok sevmişimdir. Nereye gideceğimi bilmez hâlde beklerken sol tarafımdaki patika yolun başında orta yaşlı bir adam belirdi. Gözlerinin kenarındaki kaz ayakları pürüzsüz ve beyaz cildiyle bir tezat oluşturuyordu. Kalın, kadifemsi oduncu gömleğiyle, kahverengi gabardin pantolonuyla, dizlerinin altına kadar uzanan plastik çizmeleriyle, saçlarının kerarlarından fırladığı deri kasketiyle, ucu kırmızı çamura bulanmış şemsiyesiyle tam anlamıyla buranın bir parçasıydı. Benim için gelmiş olmalı diye düşünmeye daha yeni başlamıştım ki, “Hocam!” diye seslenip elini hızlıca havaya kaldırdı. Henüz tek bir kelime söylemesine rağmen sesindeki içtenliği hissetmiştim. Sonrasında ben de “Merhaba.” diye karşılık verdim. Çamurdan uzak, bulabildiğim tek temiz alan olan taşlıktan bavullarımı almak için yöneldiğimde aynı sesi tekrar duydum. Bu sefer ses daha yakındı.
“Aman Hocam, dur ben alırım!” dedi.
Bavulların kopçalarını bırakıp, olduğum yerde arkama döndüm. Elimi uzatıp, “Merhaba, ben Umut. Öğretmen.” diyerek kendimi tanıttım.
“Hoşgeldiniz Hocam!” dedi. “Geleceğinden haberimiz vardı da, biz seni daha geç gelirsin diye bekliyorduk. Şansına ben de arılara bakmaya gidiyordum. İyi oldu bak karşılaştık.” dedi ve hemen ardından bavullarımı hızlı bir manevra ile yüklenip, bana sadece sırt çantasını bıraktı.
“Birini bana verin lütfen.” dememe rağmen, “Olur mu Hocam, sen bizim misafrimizsin.” deyip beni kibarca reddetti. Sonrasında birlikte köye doğru yürümeye başladık. Yollar bir hayli kıvrımlı, engebeli ve en az o kadar da çamurluydu. Henüz çok kısa bir yol yürümemize rağmen, ayakkabılarım ve pantolonumun paçaları çamura bulanmıştı. “Bileydim, sana da çizme getirirdim.” dedi adam gülerek. “Gidince temizlerim artık, yapacak bir şey yok.” diyerek çaresizce gülümsemesine karşılık verdim. Sonrasında adama dönüp, “Telaştan sormayı unuttum, kusuruma bakmayın. İsminiz ne?” diye sordum.
“Ben Kadir, köyde Arıcı Kadir derler.”
“Sorması ayıp, yaşınız kaç?”
“Aman Hocam, yaş sormanın nesi ayıp. Yaşım kırk iki.”
            “Dinç duruyorsunuz ama maşallahınız var.”
            “Yeme beni Hocam.” diyerek gülmeye başladı.


Sonrasında da buna benzer  bir çok konu üzerinde tatlı sohpetler de bulunduk. Konu konuyu açmaya devam ediyordu ki hala köye varamamış olduğumuzun farkına varıp, Kadir’e dönüp “Öğretmen Lojmanına daha çok var mı?” diye sordum. Kadir, yüzünde belli belirsiz, şaşkın bir ifadeyle bana doğru dönüp, bakışlarını gözlerime dikti ve “Köyde lojman yok ki.” dedi. En az onun kadar şaşırmış bir ifadeyle “Peki nerede kalacağım ?” dedim biraz da espirili bir dille.
Sorumu henüz sormuştum ki Kadir kocaman bir kahkaha patlattı.

“Korkma Hocam seni dışarda bırakmayız, sen bizi gaddar sandın herhalde.  Lojmanımız yok ama muhtarımız var çok şükür. Şimdilik onun yanında misafir olucaksın. Sahibesi gelince de eski manastıra geçeceksin.”
“Eski Manastır ?”
“Evet Eski Manastır. Bakma aslında yıllar evvel kimsenin değildi de işler değişti. Vakti zamanında buralar da hep Rum’lar yaşarmış. Sonra ne olduysa artık Rum’lar çekmiş gitmiş. Rum’ların yaptıkları da buradakilere kalmış. Onlar da üstüne bir şeyler yamış. Derken işte Dirihisar olmuş. Eski Manastır da öyle dururdu. Sonra bi kadın çıktı geldi Manastır benim diye. Elinde o zamanın tapusu mu ne varmış. Atasından dedesinden kalma bir kağıt parçası ama gör bak nelere kâdir. Sonra uğraştı epeyce. O dökük, harabe yerden köşk yaptı kadın. Orda neyi var neyi yok bırakıp Dirihisar’a taşındı. Atalarının anısınaymış güya. Bir de soğuktur ki sorma. Mecbur kalmadıkça kimselerle konuşmaz. Arada bir balkona çıkar, böyle tepeden tepeden bakar insanlara girer içeri. En çok da ondan şaşırdık zaten.”
“Neden şaşırdınız anlamadım”
“Nerden duyduysa geleceğini duymuş bir yerden. Köy bakkalında çalışan çocukla muhtara haber salmış. Öğretmen bey gelince burda kalsın, hem rahat eder, hem de okula daha yakın, gelip gitmesi kolay olur demiş. İyiliğine geldi heralde."
“İlginç” diyebildim sadece.
“İlginç ya. Fedora hanım Manastırına misafir alıyor. Şaşılacak şey valla."

Kulağa çok hoş gelen bir isimdi bu,”Fedora”. Lakin merak ettiğim bir şey vardı. Bu kadın gerçekten de Kadir’in bahsettiği kadar soğuk muydu, yoksa Kadir abartıyor muydu? Eğer bu bahsi geçen Fedora Hanım anlatıldığı kadar soğuk ve kimseyle konuşmayan biriyse neden benim kendisinin evinde, daha doğrusu Manastırında kalmamı istedi ?
          
       Yol boyunca kafama takılan bu soruya yanıt bulmaya çalıştım. Derin düşünceler içinde kelimenin tam anlamıyla kaybolduğum için köye vardığımızı farketmemişim bile. Köyün girişinde bulunan köy kıraathanesinde her yaş grubundan insan vardı. Beni görmeleri, hemen ardından da Kadir'in beni  tanıtması üzerine hep bir ağızdan selam verdiler. Çıkan uğultudan ne dediklerini pek anlayamasam da ben de onlara selam verdim ve Kadir’le yürümeye devam ettik. Köy kıraathanesinden henüz fazla uzaklaşmamıştık ki Muhtar’ın evi olduğunu tahmin ettiğim bir yerde durduk. Tahminlerimde haklı çıktım. Kadir heyecanlı ve hareketli bir şekilde kapıya vurdu.
“Muhtar şimdi sana güzel bir sofra kurar, üstüne de mis gibi bir uyku çekersin.” dedi kısık bir ses tonuyla. Muhtarın kapıyı açmasını beklerken başımı kaldırıp, üzerimdeki bulutlara baktım. Söylesenize;
Bir şey nasıl hem bu kadar büyüleyici, hem de bir o kadar ürkütücü olabilir ?

KAPANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin