1.bölüm - Rüya (Düzenlendi)

814 28 4
                                    


Tek bir ışığın bile dağıtmasına izin vermeyen karanlığın içinde hıçkırıklarla ağlayan bir kızın sesi duyulabiliyordu sadece. Etraf ne denli korkunç bir karanlıkla kaplıysa, o derece de korkutucu bir sessizliğe mahkumdu.

Hıçkırıkların sahibi olan küçük kız, yere kapaklanmış, tırnaklarını korkudan yere geçirmişti. Bu sessizlik ve karanlık onun korkusunu körüklüyor, yalnız olduğunu hatırlatıyordu. Sahi ya... Neden yalnızdı ? Neden kimse yoktu ? Ailesi neredeydi ? Neden bırakmışlardı küçük Aleksandra'larını bu karanlık ve yalnızlığın mabedinde?

Karanlıktan hiçbir şey görmeyişi küçük kızı daha çok tedirgin ediyor, daha çok ağlamasına neden oluyordu.

Küçük Aleksandra'nın bedeni , ürkek bir güvercin gibi titriyor, yüreği dalgalı bir deniz gibi sarsılıyordu. Sesi acıyla feryat eden bir hayvana benziyordu.

Yaklaşık dokuz yaşlarında olan küçük kız, korkuyla bekliyordu kurtulmayı. Öyle perişan haldeydi ki şu an kendini aynada görse tanıyamayacağını düşünüyordu. Ağlamaktan gözleri kızarmış, annesinin özenle ördüğü mis kokulu saçları açılıp, dağılmış, elleri soğuktan buz kesmişti.

Ya hep burada kalırsa hali ne olacaktı ? Bu düşünce aklının köşelerinde gezindikçe daha çok ürperiyor, ruhu bunalıyordu.

Ne olduğunu anlayamadan bir anda kızın önüne küçük sarı bir ışık düştü. Karanlığı yok etmeye yetmese de kızın dikkatini çekmeyi başarabilmişti. Küçük ama umut vaad eden bir ışık parçasıydı bu.

Ama nereden çıkmıştı bu ışık ? Hele de bu terk edilmiş ıssız ve karanlık yerde ?

Kız, gözlerini yerden kaldırıp ışığın kaynağını bulmak üzere etrafına yönlendirdi. Bu sırada ışık parçası git gide büyüyor ve karanlığa meydan okuyordu. Böylelikle Aleksandra'nın güneş ışığını andıracak kızıllıktaki saçlarıyla, deniz mavisi ile çimen yeşili arasında kalan iri gözlerinin rengini ortaya çıkarıyordu.

Bir yandan ileriye bakarak ışık kaynağını net görebilmek için ayağı kalkıyor, bir yandan da ışığın gözünü almaması için ellerini siper ediyordu kendine.

Nihayet giderek artan ve böylece karanlığı yenen ışığın kaynağını bulabilmişti Aleksandra.

Bir taçtan geliyordu bu ışık!

Evet! Devasa bir tahtın üzerine yerleştirilmiş ,değerli taşlarla bezenmiş ihtişamlı bir tacın en büyük ve en güzel taşından geliyordu bu ışık. O kadar parıltılıydı ki karanlığa göğüs gerip, ışık kaynağı olmayı başarabilmişti.

Aleksandra, gördükleri karşısında büyülenmişti. Tacın ihtişamı kadar tahtın büyüklüğü ve göz alıcılığı da etkiliyordu küçük kızı. Ağlamaktan kan çanağına dönen gözler, şimdi hayranlığın ışıltısıyla parlıyordu.

Işık nihayet karanlığı yerle bir ederek ortamın hakimi olduktan sonra artık rahatsız edici bir hal almaya başlamıştı. Öyle ki taht, taç ve o taçtan sızan ışık, Küçük Aleksandra'da hayranlık uyandırmıyor, gözünü alıyordu.

Artık keyif vermeyen, sıkıntı getiren bu ışık, gittikçe güçleniyordu. Güçlenen bu ışık karşısında Aleksandra sadece gözlerini sıkıca yumup, elleriyle kendine gölge yapmaya çalışmaktan başka bir şey gelmiyordu elinden.

Sonunda Işık tamamen güçlenince, tıpkı karanlık gibi hiçbir şeyin gözükmesine müsaade etmeyecek dereceye geldiğinde taht, taç ve kız yok olmuştu. Işık yutup almıştı onları.

Aşk-ı Hürrem (Düzenleniyor.)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin