Kendinizi bir boşlukta gibi hissettiğiniz o anlar vardır ya hani, kendinizi dünyanın en değersiz varlığı olarak görürsünüz de benliğinizi yalnızlığa hapsedersiniz; işte yine öyle bir andayken hayal edin ruhunuzu.
Bir cam fanusun içine hapsedilmiş gibi hissettiğiniz bir günde ufuktaki o güneşin parıltısına hayran hayran bakıyorsunuz her zamanki gibi. Ve diyorsunuz ki "Bu güneş benim için ne zaman doğacak." Oysa güneşin tepenizde hala daha parıldadığını fark etmiyorsunuz bile, içinizdeki o aç gözlülükle güneşi sadece kendiniz için istiyorsunuz, bencilsiniz çünkü. Güneş sadece sizin için doğarsa diğer karanlıktakilerin ne yapacağını hiç düşünmüyorsunuz. Acıyla ızdırapların onların bedeninde ağır yaralar bırakması umrunuzda değil.
Günler geçiyor, güneş fark ediyor içinizdeki bencilliği. Sonrasında ise terk ediyor sizi.
Karanlıkta kaldığınızda, işte o zaman anlıyorsunuz çaresizliği. Ve elinizin avucuna bırakılan minik aydınlık o kadar güçlü olmasa da belki zamanla sizin güneşiniz olur umuduyla ömrünüz boyunca sımsıkı sarılıyorsunuz ona...
...
BigHit binasının önünde durduğumda tatlı bir heyecan sarmalamıştı vücudumu. Okulumda, çevremde sık sık konuşulan şu BTS grubunun şirketi değil miydi burası?
O sırada siyah bir araba durdu önümde ve içeriden çıkan yakışıklı çocuklar yavaş yavaş şirkete doğru ilerlemeye başladı ama onlar daha arabadan çıkmadan feci bir kalabalık etraflarını sarmaya başlamıştı bile. Özel korumalar fanları gençlerden uzak tutmaya çalışırken Bangtan da boş durmuyor, tatlı hareketler yapıyorlardı kızlara. Sonrasında ise zorla da olsa girmişlerdi şirkete.
Kapının biraz daha tenhalaşmasını bekledikten sonra ben de girdim içeri, işte ilk adımımı atıyordum iş hayatıma.
Sakin olmaya çalışaraktan ilerledim girişin yanındaki sekretere:
"Bang PD'nin odası nerede acaba?"
"Randevunuz var mıydı?"
Diyerekten soğuk bir sesle karşılık vermişti bana kadın. Açıkçası bu sinirimi bozmuştu ama son olanlardan sonra umursanmamak o kadar da can yakıcı bir şey değildi benim için. Aksine önceden ne kadar bencil olduğumu bir ayna gibi tüm gerçekleriyle önüme sermişti sanki ve ben elimdeki her şeyi kaybettikten sonra, işte şimdi anlamıştım küçücük bir şeyin bile ne kadar değerli olduğunu.
Ukala bir şekilde sallamıştım elimdeki belgeyi kadının gözüne sokmak istercesine.
Kadın ilk baş kağıt parçalarını baştan sağma bir şekilde incelemiş ve sonrasında da bir beyefendiyi beni oraya götürmesi için yönlendirmişti.
...
Sade, siyah-beyaz döşenmiş bir odaydı bu ve Bang PD cidden de çok yumuşak bir adamdı. Beni gönderenin ismini söylediğimde hiç itiraz etmeden belgeleri imzalamış ve Bangtan üyelerine imzalatmam için de yemekhaneye kadar eşlik etmişti bana.
"Sana iyi çalışmalar Inn Soe. Hem BTS üyeleriyle tanışır hem de şu belgeleri imzalatırsın onlara."
"Teşekkürler" anlamında reverans yaparak Bangtan üyelerine doğru ilerledim. Heyecanlıydım, yemek yerken bir yandan sohbet edip bir yandan da birbirlerine bir şeyler fırlatmaları ne kadar hayat dolu olduklarını gösteriyordu şimdi ve benim bu enerjiye çok ihtiyacım vardı.
"Söylesene Tae, o karın kaslarıyla benden daha sexy olabileceğini mi düşüyorsun?"
"Ah Jimin hyung, karın kaslarım olmadan bile senden daha sexy'im zaten. Sen tatlı, 1.73 boyunda minik bir mochi'den ibaretsin, unuttun mu yoksa?"
Bu sözleriyle kafasına bir pirinç keki parçası yemesi bir olmuştu.
"Senin pirinç keki dediğin şey bu tamam mı?"
Ve tartışmalarına tatlı bir şekilde devam ettiler, ta ki ben kendimi belli etmek adına sesli bir şekilde boğazımı temizleyene kadar. Bir anda bütün bakışlar beni bulmuştu. Jimin havalı bir şekilde ayağa kalkmıştı.
"Vaov güzel bir hanım efendi, hoş geldiniz prenses."
Sonrasında ise minik bir öpücük kondurmuştu zarif bir şekilde tuttuğu elime.
"Görüyor musun Tae, kimin daha sexy olduğunu gördük?"
"Ona sexy'lik değil, centilmenlik deniyor bir kere. O yüzden hala daha senden daha sexy'im."
Jimin artık pes ettiğini belli eder bir şekilde oturdu yerine ve tekrardan bana yönelen o delici bakışlarla başbaşa kaldık.
Bu sinir bozucu sessizliği bozan ise Jin'in söylediği sözler olmuştu.
"Ee bize kendini tanıtmayacak mısın?"
Bir anda neden buraya geldiğimi hatırlamıştım sanki ve yanaklarım kızarmış bir şekilde cevap verdim sorusuna.
"Ben sizin yeni menajerinizim. Adım Inn Soe."
Bu söylediğime ayağa kalkıp elini omzuma koyaraktan sevimli bir iltifatla cevap verdi Jimin.
"Ah cidden mi? Ben sizin bir manken olduğunuzu zannediyordum oysa, ya da ne bileyim bir dünya güzeli falan..."
Söylediği her kelime yanaklarımın birazcık daha kızarmasına sebep olurken Jungkook'un söylediği sözle kulaklarıma varan ağzım çeneme kadar düşmüştü.
"Kıza cennetten düşmüş bir elma gibi bakmayı kesin. Ayrıca bu dünyada ondan daha güzel olan milyonlarca insan."
Sonrasında ise elimdeki kağıdı alıp ceketinden bir kalem çıkarttı ve belgeleri imzalayıp uzaklaştı buradan. Hoseok ise iğrenmiş bir şekilde bakmıştı arkasından.
"Aish, nesi var bu çocuğun? Daha demin sesli kahkahalarıyla neredeyse kulağımızı sağır ediyordu."
Sonrasında ise bana döndü ve Jungkook'un bıraktığı kalemle imzaladı belgeyi.
"Sen onun kusuruna bakma Inn Soe, hala daha ergenlikten çıkamamış olmalı."
................
Daha tam olarak bir günü doldurmamışken yeni bir bölüm bari yavrucaklarıma, yazık meraktan ölüyorlardır dedim. İyi düşünmüş müyüm bari?
Sizi seviyorum.
Mochihi Bunny😘
.................
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BANGTAN'IN MENAJERİ
FanfictionSiyah tüm dünyamı karartırken bir ışıkla kendimi hayatın beyazına atabilmiştim işte. Babamın ölümü ve annemin hastane duvarlarında verdiği ölüm kalım savaşı benim hayatımın siyah tarafıydı ama diğer tarafta da siyahı yutabilecek kadar zifiri bir ışı...