Ateş, ulaşabildiği her şeyi yakarmış.
Deprem yıkabildiğini her şeyi yerle bir edermiş ve kader, seni öldürene dek bir adım önünde yürürmüş.Sana tüm mahvoluşları yaşatmak için.
Ama ben mahvolmadan önce ölmüştüm zaten.
Ateş annemin ölmesiyle başlamış, deprem babamın ölmesiyle yerle bir etmişti hayatımı. Şimdi yıkık dökük bir kentin ortasında elinde ateşle oynayan bir ölüydüm ben. Kaderim ve ben birlikte yürüyorduk. Tüm mahvoluşlarımla, bir ceset gibi. Çünkü, ben bir ölüydüm. Ve kaderimin öldürebileceği biri kalmamıştı.
Ölüler konuşamazdı değil mi?
"Dilini yutmuş galiba? Aman neyse! Bana kahvemi getir." Hafifçe gülümsedim, ben bir ölüydüm ve ölüler konuşmazdı. "Hadi, hadi acele et!" sinek kovalar gibi uzun tırnaklı ve gayet bakımlı ellerini salladığında elimdeki adisyona isteklerini yazarak hemen uzaklaştım masalarından. Çalıştığım kafenin bar kısmına hızlı adımlarla yürürken mekanın camlarına vuran yağmur damlaları yavaş yavaş şiddetini artırıyordu. Şapkamı hafifçe kaldırarak duvardaki saate baktım. Çıkış saatime çok kalmamıştı.
"Ne istiyorlarsa yerine getir. Metin beyin kuzenleri onlar. Hizmette de kusur etme sakın." Adisyonu uzatırken başımı salladım. Sözlerin sahibi çalıştığım kafenin müdürü Tarık beydi. İşinin ehli biriydi fakat söz konusu patron ve yakınları olduğunda çekilmez biri olabiliyordu.
Hazır olan siparişleri tepsinin üzerine yerleştirdikten sonra avcumun üzerine yerleştirip dedikodunun bir kazan gibi kaynadığı masaya tekrar döndüm. Az önce beni kovalayan kız hayatının aşkıyla aynı okulda okuyabilmek için babasına zorla çok pahalı bir okula nakil yaptırdığını anlatıyordu. "Nerde gördün sen bu çocuğu Gaye?"
"Geçen hafta burada gördüm. Sürekli burada takılıyor sanırım. Bugüne kadar nasıl karşılaşmadık anlamıyorum. Artık her akşam buradayım." Ölü olan bedenim tiksintiyle titredi. Bu kızı her gün görmek zorunda kalacak olmak hiç iyi olmamıştı. Kahvelerini önüne bırakırken derin bir nefes aldım. Kız hoşnutsuzluğumu hissetmiş gibi bakışlarını bana dikti. Hareketlerimi izliyordu. "Sen ne zamandır burada çalışıyorsun?" Bana soruyordu, şaşırmadığımı söylersem yalan olurdu.
Elimdeki adisyon defterinin kenarına iki ay yazarak kıza döndürdüm. "Konuşamıyor musun?" Başımı aşağı yukarı sallayarak onu onayladım. "Bu çocuğu tanıyor musun, buraya geliyor her gün?"
Pahalı telefonun önüme sürüklediğinde ekrandaki görüntüyle bir adım geriledim ve soluğumu tuttum.
"Aksel Ecran."
Başımı hızla sağa sola salladım ve bir adım geriledim. Elimdeki tepsiyi düşürmemek için tüm gayretimle savaşırken açılan kapıyla içeri giren adama dönmesi gereken bakışlar ilk defa ona değil bana dönmesine neden olmuştu. Tepsiyi düşürmemekle kalmamış birde her şeyi üzerime dökmüştüm. Kızlar çığlık atarak sandalyelerini geri çekerken üzerimin yanmasının umursamadan hızlıca yerdekileri toplama başladım. "Nasıl bir şeysin sen ya? Aptal!"
Kader, benden intikamını alıyor olmalıydı.
Tarık bey hızlı adımlarla yanımıza gelmiş kızlardan özür dilerken aynı zamanda beni azarlıyordu. Elime batan camları umursamadan kırık parçalarını toplamaya devam ediyordum. İşimi bitirdiğimde kanlı ellerimle doğruldum ve hafifçe başımı ona doğru çevirdim.
Soğuk denizleri üzerimdeydi. Beni izliyordu. Aptallığımı, sakarlığımı, salaklığımı.
"Bir tepsi bile taşımayı beceremeyen birini ne diye insanların karşısına çıkarıyorsunuz ki?" Gaye denilen kız Tarık beye tükürüklerini saçarak cırlarken bir fareye bakar gibi gözlerini üzerime yerleştirdi. "Dua et ben çok iyi niyetli biriyim. Yoksa seni hemen dayıma kovdurturdum. Dua et!"
Dudağımın kenarına tiksinti dolu bir gülümseme yerleşti. "Şimdi defol karşımdan!" Bakışlarımı ondan Tarık beye çevirdim. "Git, yarın konuşuruz." Diyerek bana ve kanayan ellerime soğuk bakışlar atarak derhal oradan uzaklaşmam gerektiğini gereken bir ifade takındı. Mekandaki herkes bana acıyan gözlerle bakıyordu. Gözlerim acıyla yanıyordu, neyse ki burnumun ucuna kadar indirdiğim şapkam Gaye denilen kıza istediğini vermemi engelliyordu. Eşyalarımı alıp mekandan çıkmam saniyelerimi almadı. Onu ve herkesi ardımda bıraktığıma emin olana kadar koşmaya devam ettim. Ayaklarım su birikintilerinin içine dalıp çıkıyordu. Spor ayakkabılarım öyle ağırlaşmıştı ki! Montumun eskimiş kumaşı yağmuru sünger gibi içine çekiyordu. Nefesim durmam için yalvarırken girdiğim sokağın içine bir araç hızla giriş yaptı. Vücudumda yağmurun ıslatamadığı yerleri de arabanın tekerleklerinin su birikintisinin içine girip çıkmasıyla, ıslanmayan tek bir noktam dahi kalmamamıştı.
"Arabaya bin."
Başımı iki yana salladım. Hıçkırığım boğazıma kadar gelmişti. "Suskun arabaya bin."
Verebileceğim tek cevap başımı yeniden sağa sola sallamaktı. Oysa dilimin ucunda tonlarca kelime vardı. "Beni deli mi etmeye çalışıyorsun?" Binmeyeceğime ikna olduğunda pes etmek yerine aracının kapısını açtı. İçinden bir hışımla çıktığında kendime gelerek koşmaya başladım. "Suskun!"
İki metre bile koşmama izin vermemişti. "Kes şunu!" Kolumdan yakaladığı gibi beni arabasına sürüklemeye başladı. Kapıyı açıp beni içeri almasına engel olmak için aracının kapısına sırtımı verdim. Kanayan ellerimi ondan kurtulmak için ikimizin arasına koymaya çalıştığımda "Benimle savaşabileceğini mi sanıyorsun?" diye tısladı. Ellerimi yakalayıp aramızdan çektiğinde göğsüm göğsünün duvarına yaslanmıştı. Ellerimi ellerinin içine aldı. Hepsi onun yüzündendi. Her şey onu suçuydu. Kaderimin, bana en büyük mahvoluşu onunla vermişti zaten. Ne istiyordu hala benden?
"Ne kadar daha kaçacaksın benden?" sesi, yaralıydı. Benim sesim ise ölü ve sessiz. Sonsuza dek. "Yorulmadın mı?" Başımı hafifçe kaldırdığımda ikimiz arasında duran şapkayı çekip çıkardı. Kendimi bir an çırılçıplak hissetsem de asıl korkuttuğum şey ağlayan gözlerimi görmesiydi. Gözlerimin onun gözlerini görmesiydi. Saçlarının uçları ıslandığı için alnına yapışmış, soğuk deniz gözleri lacivertleşmişti. Uzun zamandan sonra ilk defa bu kadar yakınıma girmiş olmanın şaşkınlığı vardı üzerimde. "Sesini özledim." Diye fısıldadı. Gözleri gözlerimin içine pusu kurmuştu. "Seni Özledim."
Hıçkırığım bir feryat olup dudaklarımdan söküldüğünde alnını alnıma yapıştırdı. "Ben..." diye fısıldadı. "Ben katil değilim."
Hayır Aksel Ecran. Sen bir katilsin.
"Sen katil değilsin."
Hayır Aksel Ecran ben bir katilim.
"Biz sadece çocuktuk."
Ateş yakabildiği her şeyi yaktı.
Deprem yıkabildiği her şeyi yıktı.
Geriye sadece çöpten bir kent kaldı ve içi ceset dolu iki katil.