Çöpten Kentler Bölüm 1| Yabancı
Gece puslu siyahını yeryüzünden çekerken sokak kapısını ardımdan sanki içeride biri varmış gibi sessizce kapattım. Oysa sessiz olmamın nedeni içerisindekiler değil, dışındakilerdi. Şehrin en pis semtinde, tek başına yaşamak bunu gerektiriyordu. Giriş ve çıkışlarım herkesten daha sessiz herkesten daha yok olmak zorundaydı.
Kapıyı aynı sessizlikle kilitledikten sonra hızlı adımlarla ana caddeye yürümeye başladım. Dersimin başlamasına daha vardı, fakat otobüsün ne zaman geleceği belli olmayacağından erken olsa da durağa en hızlı şekilde varıp birkaç lise öğrencisiyle birlikte beklemeye başladım.
"Dün yine kavga vardı, duydunuz mu?" Burnumun ucuna kadar çektiğim şapkayı hafifçe kaldırıp liseli gruba kaydırdım bakışlarımı. Bu semt birçok kavgaya ev sahipliği yapıyordu. Çöpten farkı yoktu. Gündüzleri her ne kadar normal gözükse de geceleri cehenneme evriliyordu. Bir üst katımda yaşayan yaşlı teyzeden başka kimseyle konuşmasam da hepsi aynı kimliğe sahipti. Çöpten kentin sakinleri. Sakinleriydik. Tehlikeliydi, kendileri dışındaki herkese düşmanlardı. Kendi içlerinde bile iki cephe halindeydiler. Bir tarafta Caner ve Akın diğer tarafta Kaya ve diğerleri.
"Caner abiyle Kaya abi birbirine girmişler." Demişti kız, tepeden tırnağa pembe renkte giyinmiş, yaşadığı kentin aksine cıvıl cıvıl bir havadaydı. Buraya ait değildi. "Neden kavga ettiler ki?" Bir nedene ihtiyaç duymazlardı ki onlar, aynı sokakta denk gelseler bile, aynı sokakta yürüdükleri için kavga edebilecek potansiyele sahiptiler. Hepsi bir zamanlar, aynı oyunun içinde oynadığım oyun arkadaşlarımdı. Sonra ben ve o büyümek zorunda kalmıştık. Ben bu kente mahkum olmak zorunda kalırken, o bütün bedelleri bana ödeterek ortadan kaybolmuştu. Bakışlarımı çocuklardan ayırıp yere düşürdüm. Boğazımda acı bir tat belirmişti.
Yaklaşık on dakika sonra gelen otobüsle yarım saat içinde üniversiteye en yakın duraktaydım. Yüzde yüz bursla kazandığım okulumun araba galerilerini aratmayan bahçesinden ilerledikten sonra zaman kaybetmeden dersliklere geçtim. Bir önceki dersin notlarını hızlıca göz gezdirsem iyi olacaktı. Dersten sonra gitmem gereken bir işim vardı. Akşam yorgunluktan ders çalışabileceğimi sanmıyordum. "Günaydın Hazan." Sesin sahibi, sınıfın en sevecen kızı Sare'ye aitti. Beni insan yerine koyan iki kişiden biriydi. Diğeri de Sare'nin en yakın arkadaşı İzel'di. İzel Sare'ye göre biraz daha ağır başlı, biraz daha sakindi. Sare her an kıpır kıpır , içindeki enerjiyi asla tüketmeyen bir kızdı. Sevgi yumağı gibiydi. Umarım hep böyle kalırdı. Onlara hafifçe gülümseyerek karşılık verdikten sonra İzel ve Sare'nin ardından içeri giren hocaya dikkatimi yalnızca derse verdim.
Ders biter bitmez eşyalarımı çantama sığdırdıktan sonra sınıftan ilk çıkan ben olmuştum. İşe geç kalma gibi bir ihtimalim yoktu. Direk kapı dışarı edeceğinden emin olduğum müdürümün kesin kuralıydı işe geç kalmamak. Ders saatlerime göre mesailerimi ayarlama müsaade etmesi bile bir mucizeydi. Hızlı adımlarla yeniden durağa vardığımda saat on bire gelmişti. Bir saatte yetişebilirdim. Çok uzak sayılmazdı. Tabi otobüs zamanında gelirse. Derin bir nefes alıp kolumdan düşmek üzere olan çantamı düzeltim. Her günden bir farkım olmasa da bugün, kalbim göğüs kafesimin kemiklerine doğru batıyordu. Derin bir nefes daha aldım. Beynimin içinde yeniden can bulmak için çırpınan düşünceleri bastırmak için yoldan hızla geçen araçlara odaklanmaya çalıştım. Nerde kalmıştı bu otobüs?
Birden gözlerimi, sanki biri bunu yapman için uyarmış gibi tam karşımda duran kaldırıma çevirdim. Kalabalıktı, fakat bulmam gereken şey tam karlımdaydı. Belki de bir yanılsamaydı. Hayır, o şey o olamazdı. O değildi. Sertçe yutkundum.
Gözlerimi tam karşımda duran şapkalı adama diktim. Yüzünü göremiyordum. Görmekte istemiyordum. Nerde kalmıştı bu lanet olasıca otobüs?
O değil, diyerek sakinleştirmeye çalıştım kendimi. Adam hareket etmiyordu. Olduğu yerde dikilmeye devam ediyordu. Başı önüne eğilmişti. "O değil." Diye fısıldadım kendi kendime. Bir taraftan da ondan bana kalan tek armağan olan şapkaya dokundum. "O değil!"
Otobüs geldi. Bindim. Başımı çevirip ardıma bakmadım.
Tıpkı onun bakmadığı gibi. Yanağımda hissettiğim ıslaklıkla, ellerimi yüzüme kapatıp hızlıca sildim göz yaşlarımı.
İş yeri yoğun olduğu için kafamı bile kaşımaya vakit bulamamak iyi gelmişti, Gözlerim her an tanıdık biriyle kesişecek diye telaş içinde olsam da günün sonunda yine aynı kentin sokağında eve gitmek için yürürken, düşündüğüm tek şey oydu. "OOO Hazan hanım."
Ses arkamdan gelmişti. Aylardır duymadığım ses yine tam ardımdaydı. Akın Ecran. Hafifçe başımı omzundan yana çevirip ona baktım. "Sana da iyi akşamlar." Dedi iğneleyici ses tonuyla. Suratına bomboş bakmakla yetindim. "Anlaşıldı, hala yeminliyiz konuşmamaya." Cevap vermeyişim ona gerekli olan cevabı verdiğini düşünerek yürümeye devam ettim. "Siktiğimin çocuğu yüzünden!" Diye bağırdı arkamdan, sanki biri yüzüme tokat atmış gibi duraksadım. Kalbime batan kemiklerim biraz daha içeri doğru bükülmüştü. "Dönüşü, gidişinden daha çok mahvedecek seni Suskun, Senin yerinde olsam pılımı pırtımı toplayıp defolup giderdim bu çöplükten. En çok sana yazık olacak."
Bana zaten çoktan, yazık olmuştu. O gün en çok bana yazık olmuştu. Olan bana olmuştu. Evsiz kalmıştım. Kimsesiz kalmıştım. Onsuz kalmıştım. Oysa daha on beş yaşında küçük bir kız çocuğuydum.
Akın'ın nefes alışverişinin sesi doldurdu sokağı. Haklıydı. Fakat benim gidecek başka bir evim yoktu. Onun da geri döneceği biri yoktu. Ben artık yoktum ki. "Eğer bir gün çekip gitmek istersen, söylemen yeterli." Dönüp bakmadım bile. Adımlarımı devam ettirdim. Ardımdan baktığını biliyordum. Eve girene kadar bekleyecekti. Onun ardından Kaya gelip sokağı kolaçan edecekti. Evin önünde birkaç tur atıp kimsenin evime yaklaşmaması gerektiğini hatırlatacaktı. Yedi yıldır olduğu gibi.
O yoktu fakat onun dışında her şey buradaydı.
Evimin içine girdiğim an kapıyı ardımdan sertçe kapattım. Kapının çarpma sesi evin içinde yankılanırken çantamı aynı öfkeyle koridorun bir ucuna fırlattım. Okulum biter bitmez defolup gidecektim. Neresi olursa olsun. Defolup gidecektim. Hiç gelmeyecek birini beklediğim koskoca yedi yılı kim geri getirecekti bana? Daha kaç yıl harcayacaktım onun uğruna?
Avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum. Ellerimi kendime sardım, üşüyordum. İçim üşüyordu. Olduğum yere yığılmamak için yorgun adımlarımı salona yönlendirdim. "Hazan..." İçeri girdiğim an, adımlarım kapının girişine kitlendi. Çığlık atamayacak kadar şok içindeydim. Göğüs kafesimdeki tüm kemiklerim kalbime saplandı ve soluğum nefes borumda canını yetirdi. Ordaydı. Koltukta oturuyordu. Belki de değildi. Yedi yıl geçmişti ardından, çok değişmiş olmalıydı. Başımı sağa sola salladım. İnanmadım. Umutla o kadar çok insanı ona benzetmiştim ki! Her defasında yanılmak zorunda bırakmıştı beni. O sandığım yabancıların peşinden o kadar çok koşmuştum ki! "Hazan'ım." Onun ses tonu.
Dirseklerini dizlerine yaslamış, öylece bana bakıyordu. Buz mavisi gözleri karanlıkta bile aynı soğukluğunu koruyordu. Gözlerimden bir yaş süzüldü, gözlerinden düşen yaşı izlerken. Dayanamadım ve yere çöktüm. Tam karşısına. Sesim bu kez istesem de çıkmıyordu. Hareket edemiyordum. Göz yaşlarımı bile silemiyordum. Kafamda kurduğum tonlarca senaryo tuzla buz olmuştu.
Ben tamda şu an gerçekten ölmüştüm.
Çok geçti.
Çok geç geldin.
Çok geç kaldın Aksel Ecran.