Medyada Rüzgar var arkadaşlar. İyi okumalar.
Uzun bir yol tarifinin ardından bana sen kim oluyorsun bakışları atıyordu kuyu cadısı.
-Ben Rüzgar Bezir. Ediz’in en yakın arkadaşıyım.
-Ediz’le arkadaş olmak için biraz…
-Yakışıklıyım, evet.
-Aslında ben ukala diyecektim.
Beyinsiz. Ediz bunu çok mu aramış acaba?
-Bak canım, sırf Ediz’in hatırına duymamazlıktan geleceğim. Ama tekrarlanmasın.
Kaşlarını hafifçe yukarı kalkarken alaycı bir gülümseme takındı yüzüne.
Evet Rüzgar Bezir, itiraf et; onu çekici buldun. Yani tanımasan çekici bulurdun. Ama onun nasıl bir kuyu cadısı olduğunu da, Ediz’in ona tutulduğunu da biliyorsun. O yüzden içindeki ilkel mağara adamını sustur.
-Devekuşu gibisin.
Ha?
-Anlamadım.
-Çok düşünüyorsun diyorum.
Gereksiz benzetmeler, komik olmayan şakalar…
-Şu gelen Ediz mi?
Ediz, kardeşim benim. İlk kez onu gördüğüme bu kadar sevindim.
İkimizde arabaya bindik. Kısa süren sessizliği Ediz bozdu.
-Selam.
-Selam. Nasılsın Ediz?
Ediz, onun sesini duyunca balık verilen yunus gibi sevindi.
-İyiyim teşekkürler ya sen?
-Bende iyiyim.
-Bu nahoş durum için çok üzgünüm. Arkadaşım kızlarla konuşmak konusunda çok iyi değildir. Umarım kırmadı seni.
Sağ ol Ediz. Ben yokmuşum gibi konuş kardeşim bravo sana. Ben zaten ne anlarım incelik zariflikten. Ben sen miyim? Neyse ben susuyorum, susacağım. Sırf kuyu cadısının tepkisine olan merakımdan.
-Ben biraz ters davrandım, ama senin arkadaşın olduğunu bilmediğimden. Bilsem öyle olmazdı emin ol.
İnci itici sevimlilikteki ses tonuyla konuşurken, bizim Ediz fanustan çıkarılmış Japon balığı gibi bön bön bakıyordu.
-Teşekkürler.
Kısa bir sessizlikten sonra Ediz müzik çaları açtı. Piyano sesi, kulaklarımızı okşadı. Ediz gözleriyle bir kez daha anlattı hayranlığını İnci’ye.
-Klasik müzik sever misin?
Yaklaşık 15 dakika daha onlar konuşurken ben arka koltukta görünmezliğin tadını çıkardım. Benle olan konuşmalarına karşın, Ediz’e karşı nazik ve sıcakkanlıydı. Gülüşleri dolduruyordu arabayı. Cep telefonumu elime aldım, meşgul görünmeliydim en azından. Rehberi tuşladım.
B’ye geldim. Belamı arıyordum. Yani Beliz’i. Yeryüzünde beni alt edebilen tek kadını. Beni susturabilen, benle arkadaş kalabilen tek kadını. İlk çalışta açtı.
-Yavru kurbağa?
Hadi ama… Hala mı?
-Beliz’im nasılsın bebeğim?
-Sen bir kızdan kurtulmaya mı çalışıyorsun? Yapma ya. Bende beni özledin sanmıştım.
Genelde bir kızı başımdan savmak istiyorsam Beliz’i arar böyle konuşurdum. Ama şimdi amacım bu değildi, değil yani öyle değil mi? Sonuçta İnci’yi uzaklaştırmaya çalışmam çok anlamsız, zaten çok uzağız.
-Seni özlediğim için aradım, gerçekten başka bir nedeni yok. Nasıl oralar?
-İzmir… İzmir gibi işte, hala kızları güzel. Uğramalısın.
Hoş olurdu, ama küçüklüğümden beri hiç yolculuk seven bir tip olmadım. Ama senin için, düşünürüz bir ara.
-Bakarız.
Bu arada camdaki görüntüler tanıdık hale gelmişti. Araba yavaşladı.
-Ben seni sonra arasam olur mu bebeğim?
Aramazdım, genelde o da biliyordu.
-Tamam, tamam. Sonra konuşuruz. Hadi görüşürüz yavru kurbağa.
-Hoşça kal.
Telefonu cebime attım. Arabanın kapısını açtım.
-Size iyi eğlenceler, tekrar sağ ol Ediz.
-Teşekkürler.
Aynı anda söylediler, anaokulu çocukları gibi.
Daha fazla sinirlerimi bozmalarına izin vermedim. Eve çıktım, güzel bir kahvaltı istedi canım; hazırlamaya üşenmedim. Sonra da tek başıma çatlayasıya kadar yedim. Yalnızlığımın tadını çıkardım. Sanki günümden keyif alıyormuşçasına müzik açtım, müzik eşliğinde yerleştirdim bulaşıkları makineye. Ama tek düşündüğüm; Ediz ve İnci’ydi.
Onların birlikte gösterdikleri uyum, benim asla sahip olamayacağım bir şeydi. Ben bir kadınla öyle konuşmayı bilmezdim. Sanılanın aksine anlamazdım kadınları, yani ayık hallerini. Onlarla istediğim türde zaman geçirir sonrasını umursamazdım. Şimdi sinirime dokunan, benim asla sahip olamadığım mutluluğa Ediz’in sahip olması mıydı, yoksa İnci’nin Ediz’i benden çalması mı? Üçüncü bir seçenek var mıydı? Hayır yoktu. O zaman cevap elbette ikincisi. O kız oyunlarımı bozdu, arkadaşımı da üzecek kesin. Ben ona kızdım. O yüzden düşünüyorum o ikisini.
Tabak yere düştü, paramparça oldu; ama benim zihnimdeki kırıklar tamamlanmış yerli yerine oturmuştu.
Bazı şeylerin başlamadan bitmesi en iyisidir Ediz.