Şenlik alanının sessizliğinde göz açıp kapayıncaya kadar değişti her şey. Bir dalga belirdi önce, büyük ve hızlı. Suho üzerinden geçip kardeşini sarmalayan suyun şaşkınlığıyla bir kaç adım geriledi. Soylu bedeni yere düşmese de ufak çaplı bir sarsıntı yaşamıştı. Bir gece için daha ne yaşana bilirdi ki!
Tembelleşen algılarına rağmen halk küçük prenslerini kaplayan suya bakıyordu şimdi. Korku, endişe, merak vardı gözlerde. Ağırlaşmış bedenine rağmen ayaklandı avcı. Prenslerinin kendine yönelttiği bakışları görmüştü. O bakışlarda ki duyguyu da öyle. Ne olacağını umursamadan atıldı sunağa. Belki de bu hareketi yapacak en son insan oydu ama bir saniye bile düşünmedi. Acısını ve o müthiş yanma hissini bildiği halde Prensine yardım etmek istedi. Bu tatlı gencin temiz kalbini güzelliğini en iyi bilenlerdendi.
Kraliçe şaşkınlıktan düşüp bayılmak üzereydi. Kalbi çırpınıyordu. Küçük oğlu için kavruluyordu içi. Ayakta durmak öyle zor geliyordu ki, o mağrur duruşu bile bozuluyordu her saniye. Oğlunun yüzündeki her ifadeyle biraz biraz ölüyordu. Bu nasıl bir geceydi yada nasıl bir şenlikti. Belindeki kemerle sabitlenen uzun elbisenin etekleri yavaş yavaş süpürüyordu yerleri. Oysa milim milim ölçülüp özenle dikilen kıyafetin kaderi hesaplarında böyle değildi. Koluna yardımcısı girmese yaşlı kadın dizlerinin üzerine düşebilirdi. Şuan ne bir kraliçe ne de bir asildi çünkü. Tam şuan o bir anneydi. Evladı için korkan endişeli bir anne. Olanlar mantıklı değildi. Dik durmak için savaşamazdı da bu yüzden. Şuan Tanrıyla karşı karşıyaydı oğlu. Kehanetler doldu kulağına. Küçük oğlu doğduğunda ziyaret eden kahin geldi gözünün önüne. İstenmeyen den duyulan sözlerin geçersizliği bitmiş miydi?
Kaderden kaçılmaz mıydı gerçekten? Kulaklarını doldurdu o zalim sözler. İlk günkü gibi doldurdu gözlerini.
' Kalbi, ruhu ve güzelliği emsalsiz olacak.
Öyle bir çocuk olacak ki
Deniz topraklarınızda kabaracak,
Rüzgar boynunda, teninde esecek,
Elleriyle ona hükmedecek.
Gök onun için gürleyecek
şartlar ağır ve zalim olacak.
Şimşek çakacak,
Karşına iki son çıkacak.
O yaşadıkça ait olduğu yer huzur bulamayacak.
Bu çocuğun kanı gökkuşağına karışacak.
Ruhu sonsuzluğundan geçmeden, gölgesi, karanlık köşeden izleyeni peşini bırakmayacak.
Ancak o zaman bu ülke uyuyacak. '
Kraliçe anıların hapsinden kurtulamadı. Kehanetin ilk emaresini göremedi. Deniz topraklarında dalgalanıp oğlunu sararken o sadece sarsılarak titredi. Kral da farksız sayılmazdı. Kafası karma karışık olmuştu. Oğlu kurban mı olacaktı. Peki ya kehanet bu nasıl bir kıskaçtı ki elleri kolları bağlı öylece duruyordu. Gözleri boşluğa takılı kalmış öylece duruyordu. O yılların yıpratmayı başaramadığı geniş cüsse sanki ihtimallerle yıpranıyor, ufak ufak yıkılıyordu.
Suho arkasını dönüp kardeşine baktı. Baygın bedeniyle tüm güzelliğiyle suyun içinde kendi için özel yapılan hava boşluğunda uzanıyordu Sehun. Belli belirsiz görünen Lay Suho'nun zihniyle oynuyor gibiydi. Şuan Lay'in kardeşini kollarına almış olduğuna neredeyse yemin edebilirdi. Sehun'un aşağı hafif sarkan başı, sahibinden izinsiz sallanan kolları, sanki prenses tutuşuyla ya da denizde sırt üstü yüzerken olduğu gibi rahatlamış bacaklarıyla Suho'nun algılarını zorluyordu. Emin olamıyordu. Lay'in onu kucağında mı taşıdığını yoksa suya mı bıraktığını kestiremiyordu. Göz açıp kapama süresinde değişiyordu görüntüler ve bir an gördüğü Lay'in kolları birden kayboluyordu. Sehun'un yüzündeki ifadenin rahatlaması bu sahnedeki tek iyi şeydi. Müdahale etmek ve etmemek arasında geçen sürede öne atılan avcıyı gördü Suho. Kendi kararsızlığına rağmen avcının hızlı atağı çarpık bir gülümseme bırakmasına neden oldu. Gülmeyi unutmuş gibi görünmesine rağmen bol bol gülerdi aslında yüzü. Son anda yakaladı avcıyı bileğinden ve durdurdu.
Avcı anlamıyordu. Neden durdurulmuştu. Suho'nun bileğini yakalayan eline baktı önce ardında gözlerine. Suho'nun baktığı noktaya baktı sonra yavaşça. Sehun'un yüz ifadesindeki rahatlama ve kızaran yüzünün yerini hafif hafif pembeliklere bırakışını gördü. Şuan her ne oluyorsa bunun Prenslerine iyi geldiğini anladı. Rahatladı. Ama bu rahatlama uzun sürmedi.
Sıcak bir rüzgar esti önce. Ardından gökyüzü karardı. Şiddetli rüzgarlar peşine gök yüzünü yaran şimşekler çaktı. Sanki gökyüzü parçalanıyordu. Gök gürültüsü şimdiye kadar duyulanların yanında gürültü değildi. Bu sesler gürleme yada haykırış gibiydi. Eğer tek bir şey daha olsa gök yüzü tepelerine düşecekmiş gibiydi. Şenlik ateşleri rüzgarın verdiği yöne uymuş harlamıştı. Rüzgar kasırgaya dönüşmeye başlamış yapraklara, dallara işkence ediyordu.
Gökyüzünün azgın şimşeklerine ve gök gürültüsüne rağmen tek damla bile yağmur yağmıyordu. Transa girmiş gibi bir süredir sadece olanları izleyen halk canlandı. Felaket kapıda ya da pusudaydı. Şenlik alanını aydınlatmak için yakılan ateşler ve meşaleler risk durumuna gelmişti. Rüzgarın en ufak hamlesiyle yangın başlaya bilirdi. Hasatı biten ürünlerin alt tarafında kalan dokunulmamış tarlalar ve denizin batısında kalan orman alev alabilirdi.
Suho tüm gücüyle bağırdı askerlere. Rüzgarın ve gök gürültüsünün müsaade ettiği kadar duyurdu sesini.
-'' Meşaleleri söndürün, tüm ateşleri söndürün.'' Kral ancak o zaman kendine geldi ve komutayı ele alan oğluna içten içe minnet etti. Suho yanındaki avcıyı çekip konuştu.
-'' Sen eşini ve annemi saraya götürmekle görevlisin. Sana güvene bilirim değil mi?'' Avcı bu soruyla kendine geldi bir kasırga çıkarsa hamile eşine olabilecekleri ancak idrak etti.
- '' Elbette güvene bilirsiniz Prensim.'' Kısa bir baş sallamayla uzaklaştı Suho'nun yanından. Karısını tek hamlede koltuğunun altına çekip ilerledi Kraliçeye. Kadının içler acısı halini görmek ağır gelse de kendine verilen talimatları uyguladı. Kraliçe saraya girdiğini bile fark edememişti. Gözleri boş bakıyor ve söyleneni duymuyor görmüyor gibiydi. Avcı Kraliçeyi karısına emanet edip yardım için geri şenlik alanına çıktı.
Tüm ateşler söndürüldüğünde Lay'in emriyle yaşlı, çocuk ve kadınların sığınaklara götürüldü. Fırtına çıkma ihtimaline karşı önlemler alınmasını emretti Suho. Kardeşinin yanından ayrılmasa da emirlerini art arda verip karışıklık çıkmadan güvenlik önlemlerini gerçekleştirmeye çalıştı. Oğlunun verdiği emirleri denetleme kısmı Krala düştü. Suho babasına kardeşini kendisinin koruyacağını halkıyla ilgilenmesini söyledi. Oysa kardeşi için ne yapabileceğini bilmiyordu. Aklındaki tek mantıklı çözüm sorunlarla sırayla ilgilenerek halletmesi gerektiğiydi. En büyük sorun yani Sehun en sona kaldı. Nasıl kurtarabileceği sorusundan çok neler olduğunu bilmek istiyordu aslında. Çünkü bir sebepten kardeşine suyun iyi geldiğini fark etmişti. Ne olduğunu öğrene bilirse nasıl davranması gerektiğini de öğrene bileceğini de düşünüyordu.
Kral elbette Suho'ya güveniyordu ama bir Tanrı'ya karşı kazanabileceğini de sanmıyordu. Hızla girdi saraya. Nesillerin izi kalmış kanla sulanmış kazığı çıkardı. Sehun için biçilen rolü çalmak istiyordu. Eğer istenilen adak sa kendi kanını önermeyi hedefliyordu. Bugün bir kez daha Suho'nun Kral olmak için uygun olduğunu görmüştü ve gözü arkada kalmadan gidebilecekti.
Kai kardeşinin kollarında, tüm masumiyetiyle parlayan bedene baktı. Sinirlenmek şuan ki hislerinin yanında hiç kalırdı. Seğiren kaşıyla bilinçsizce bir şimşek daha çaktırdı. Savurdu burundan bıraktığı sıcak havayı rüzgarıyla. Kardeşinin anlaması için son kez gürledi dönüp durduğu yerden.
Gök son ikazını yapar gibi gürledi ardından. Lay yavaşça bıraktı Sehun'u başında nöbet tutan Suho'nun kollarına. Eski formunu alıp insan bedenine büründü. Bir asır hatta daha fazla tutabilirdi kollarında Sehun'u ama çok sevgili abisinin konuşması gerekti. Suho ne olduğunu anlayamadan gelişen olayları sorgulamayı bırakıp sıkı sıkı sarıldı kardeşine. Yere çöküp üzerindeki kıyafeti çıkardı. Küçük kardeşinin hassas bünyesi bugün zaten yeterince hasar görmüştü. Yavaşça örttü ve daha sıkı sarıldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tanrıların Aşığı
FanfictionKüçük prens Sehun bir Şenlik dansıyla kimsenin tahmin edemeyeceği bir şeyi başardı. İki tanrıyı kendine aşık etti. Ülkesini ve insanlarını soktuğu bu durumun farkına vardığında ise onun için tüm kaçış yolları çoktan tükenmişti. Böyle olacağını bils...