2

128 12 13
                                    

18.34
Limuzinin kapısını kapatıp arkasına yaslandı. "İçecek bir şeyler almaya gidiyoruz, Frenchie." Adam onu onaylayıp arabayı çalıştırdı. Manhattan'da oldukça yağmurlu bir gün yaşıyorlardı. Steven, sızlayan gözlerini ovuşturdu. Yemek işi onu geriyordu ama reddetseydi şüphe çekerdi. Araba durduğunda dışarıdaki yağmura aldırmadan arabadan indi. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur haki rengi ceketini ıslatırken mağazaya girdi. Mağaza görevlisi onu görmesiyle hemen dibinde biterken sordu. "Hoş geldiniz Bay Grant. Her zamankinden mi istiyorsunuz yoksa daha özel bir şey mi?" Steven bir süre düşündü. "Kırklar." Görevli gülümseyip mahzene inerken Steven etrafı incelemeye koyuldu. Birkaç yıldır uğradığı bu mağaza oldukça saygın bir iş adamına aitti. Tabii Steven'ın kendisi de onlardan biri olunca kaliteli içki satan bu mağaza dikkatini çekmişti. Görevli topuklu ayakkabının mermer zeminde bıraktığı rahatsız edici ses ve elindeki şarap şişesiyle Steven'ın yanına geldi. "Ödemeyi nakit mi alalım yoksa şirkete mi gönderelim?" Steven, üzerine cüzdan almamıştı. "Şirkete gönderin, lütfen." Görevli kafasını sallayıp ürünü paketledi ve Steven'a teslim etti. "Başka bir isteğiniz?" Kafasını iki yana salladı. "İyi akşamlar." Görevliden size de efendim cevabını alınca mağazadan çıktı. Silecekleri çalışmakta olan limuzine tekrar bindi. Elini cebine atıp bir kağıt parçası çıkardı. "Şu adrese gideceğiz, Frenchie." Frenchie arkasına dönüp kağıdı aldı ve arabayı çalıştırdı. Steven da şişeyi yan koltuğa bırakıp arkasına yaslandı.

Limuzinin kapısını açtı. "Beni saat dokuz gibi almaya gel." Frenchie onu onaylarken arabadan indi. Genel müdürün gerçekten ihtişamlı bir köşkü vardı. Islak ceketinin omuzlarını temizledi ve kapıya ilerledi. Zile basarken arka bahçeden geldiğini tahmin ettiği bir havlama sesi duydu. Alman kurdu olan köpek tekrar havlarken kapı açıldı. "Hoş geldiniz, nasıl yardımcı olabilirim?" Steven belli etmese de şaşırmıştı. Adam geleceğini hizmetlilere söylememiş miydi yani? "Steven Grant." Kadın aşina olduğu isimle gülümserken kenara çekildi. "Oh, tekrar hoş geldiniz Bay Grant. Yemek odasında sizi bekliyorlar lütfen buyrun." Steven, kadının nazikliğine hafifçe tebessüm edip içeri geçti. Köşkün içi de en az dışı kadar ihtişamlıydı. Duvarlarda yer edinen altın işlemeler ve zemini süsleyen antika vazolar cidden harika gözüküyordu. Etrafı incelemeyi kesip yemek odasına girdi. Genel müdür, Steven'ı görünce ayaklanırken ellerini iki yana açtı. "Steven, hoş geldin. Geç lütfen. Eşimle tanış." Takım elbiseli adam ayağa kalkarken Steven hiç de şaşırmamıştı. "Hoş geldiniz Bay Grant. Eşim sizden çok bahsetti. Sizinle tanışmak benim için bir zevk." Steven kendine uzanan eli sıktı. Genel müdürün onu neden yemeğe davet ettiğini ve eşiyle tanışmasını neden istediği besbelli ortadaydı. Eşcinselim ve size bunu söyleyecek kadar güveniyorum. Üzgünüm ama bu güven karşılıklı değil. "Şaşırmış görünmüyorsunuz?" Steven gülümsedi. "Şaşırmak için bir sebep yok." Cevabı tatmin edici bulan adam sandalyesine geri oturdu. Eşi de oturunca Steven da onlara katıldı. Birkaç dakika sonra yemekler servis edildi. Oh, şarabı arabada unuttum. Bu kötü oldu. Bardağına koyulan kalitesiz şaraba bir bakış attı. Çatal ve bıçağı eline alırken hizmetliye döndü. "Su alabilir miyim?" Adam kafasını hızla sallayıp sürahiye yöneldi. Masaya ters şekilde konumlandırılmış bardağı çevirdi ve su doldurdu. "Afiyet olsun." Genel müdürün eşi tabağındaki bifteği keserken Steven'a döndü. "Yalnız geldiğinize göre bekarsınız sanırım?" Steven kafasını salladı. "İşler aşk hayatıma pek zaman bırakmıyor." Genel müdür berbat olan şaraptan bir yudum aldı. Tanrı aşkına görüntüsü bile kalitesiz olan o şeyi nasıl içebiliyorlardı? "Eminim sizin için doğru kişiyi yakında bulacaksınız."

23.21
Kasketini düzeltip taksiyi çalıştırdı. Bugün uyuşturucu kartelinin büyük teslimatı alacağı gündü. Limana doğru yola çıktığında el kaldıran çifte doğru yanaştı. Şarhoş oldukları her hallerinden belli oluyordu. Birkaç deneme sonrasında taksinin kapısını açıp arka koltuğa yerleştiler. Adam kelimeleri yuvarlayarak adresi söyledi ve yanındaki kadının dudaklarına yapıştı. Elini kadının beline sürterken kadın boğuk bir inleme bıraktı. Jake, yüzünü buruşturup arabayı hareket ettirdi. Marc yüzünden şahit olduğu saçmalıkların haddi hesabı yoktu. Bugün büyük gün, diye hatırlattı kendine. Çok az kaldı. Direksiyonu sağa doğru kırıp yola çıktı. Arka taraftaki salakları görmezden gelerek geçen yolculuk sonrası adam kabaca arabayı durdur demişti. Kadın adama geri çekildiği için mızmızlanırken parayı verip arabadan indiler. Jake, arka koltuğun temizliğinden emin olunca tekrar limana doğru sürdü. Saat gelmişti.

Dönmeyi kesen başını direksiyondan kaldırdı. Taksiden çıktı ve pelerinini uçuşturan rüzgar eşliğinde büyük konteynerlara yöneldi. Bacaklarından destek alarak mavi konteynerın üzerine atlarken adamların sesleri duyabiliyordu. "Patron malları pazarlayacağımız şirketin sahibinin çok aptal olduğunu söyledi." Marc, maskesinin altından sırıttı. Kim aptalmış görelim bakalım. Tam aşağı atlayacağı sırada duyduğu sesle geri çekildi. "Mallar Taskmaster'ın istediği üzerine depoya gidecek. Burası güvenli değilmiş." Marc, kaşlarını çattı. Taskmaster da nereden çıkmıştı şimdi? Kendi kendine lanet ederken konteynerın üzerinden indi. Taskmaster'ın neden dahil olduğunu çözmeden bu işi bitiremezdi. Ara sokaklara girerken yarımay şeklindeki uyduya bir bakış attı ve gözden kayboldu.

Merhaba. Bu kitap en sevdiğim kitabım falan olabilir. Ferah'çım al etiket. marcspectors

| moon knight |Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin