5 (son.)

90 9 26
                                    

07.59
Zile basıp iki adım geri çekildi. İçeriden gelen birkaç bağırış sonrasında kapı açıldı. Küçük çocuk Jake'i görünce gülümsedi. "Ricky, acele etmezsen okula geç kalacaksın!" Ricky annesini umursamayıp Jake'in elinden tuttu ve onu içeri soktu. "Anne! Jake amca geldi." Gena elindeki ütüyle odadan çıktı. "Aman Tanrım! Hoş geldin, Jackie. Geçsene." Bakışları sertleşti. "Ve siz küçük bey hemen üzerinizi değiştirip kahvaltı yapın." Ricky, seslice oflayıp odasına gitti. Jake, Gena'yı takip edip oturma odasına girdi. "Ray yok mu?" Gena sepetten bir pantolon alıp ütü masasına serdi. "Pilotluk sınavları için ders çalışıyor. Gece eve gelmedi. Ee sen nasılsın?" Jake omuz silkti. "İyiyim. Gena, aslına bakarsan buraya senden bir şey istemek için geldim." Gena kaşlarını çattı. "Ne istersen yapacağımı biliyorsun, Jake. Sana çok şey borçluyum." Hastane. Jake ağrıyan başını ovuşturdu. Deri ceketinin iç cebine sıkıştırdığı dosyayı çıkardı. "Bunu saklayabilir misin? Buraya bakmak kimsenin aklına gelmeyecektir." Gena dosyayı aldı. "Üstüne vazife olmayan şeylere mi bulaştın yoksa diğer çocukların işi mi?" Jake sırıttı. "Biliyorsun, Gena. Hepimiz aynı şeyiz. Ama asıl peşinde oldukları, tanıdıkları kişi Steven." Gena kafasını salladı. "Merak etme. Bu şey benimle güvende." Jake gülümseyip kollarını Gena'ya doladı. "Çok teşekkür ederim. Sen olmasan ne yapardım bilmiyorum." Bir süre sonra ayrıldılar. "Gitsem iyi olur." Gena ona biraz daha kal diyecekti ama Jake, ona asla olmaz bakışını attı. "Hemen gidiyor musun yani?" Rickyödudaklarını büzmüş kapıda dikiliyordu. Jake onu kucağına aldı. "Geç kalıyorum dostum. Başka zaman daha uzun kalırım." Oğlanın yanağına bir öpücük kondurup onu yere bıraktı ve daireden çıktı. Steven son üç günde bir şey fark etmişti. İzleniyordu. Bu da şirkette olmadığı bir anda soyulabileceği, dinlenebileceği anlamına geliyordu. Arka sokağa girip takma bıyığını çıkarttı. Taskmaster'la ilgili bilmesi gereken her şeyi biliyordu. Beklemesi gereken tek şey Ay'dı.

18.22
Dirseklerini masaya dayadı. "Efendim. Şirket son üç aya kıyasla değer kaybediyor. Bir şeyler yapmalıyız." Zaten yapıyorum. Zaten yapıyoruz. "Yeni bir kampanya başlatmayı öneriyorum. Reklam filmlerinde çalışanlarımızı oynatabiliriz." Masadakilerden birisi itiraz etti. Steven isimlerini ezberlemeye zahmet etmemişti. "Reklam filmi çekmek çok uzun sürer. YouTube'a yükleyebileceğimiz, kısa ve kolay bir şeyler yapmalıyız. Sokak röportajı gibi. İnsanlara yapım şirketimizi bilip bilmediklerini veya ne gibi şeyler yapmamız gerektiğini sorarız. Hem iyi hem de kötü yorumları ekleriz. Daha doğal gözükür." Kız birinin itiraz edeceğini gördüğünde ekledi. "Şirketi kötüleyen şeyleri de eklemeyiz, tabii ki. Ne diyorsunuz, Bay Grant?" Steven'ın en son olmak istediği yer toplantı salonuydu. Şirketin değer kaybetmesinin sebebi reklam filmlerinin orijinalliği ya da doğallığı değildi. Uyuşturucu firması iş yapamıyordu bu yüzden de aldığı parayı yerine koyamıyordu. Bu da şirketin değer kaybetmesine sebep oluyordu. "Bay Grant?" Steven düşüncelerinden sıyrılıp çalışanlarına döndü. "Afedersiniz, biraz dalgınım. Benim için uygundur. Çalışmalara başlayabilirsiniz." Şirket saçma geleneğini yerine getirip alkış tuttu. Steven'sa göz devirmemeye çalışarak kendini dışarı attı. Başı felaket derecede dönüyordu. Ama gelen giden yoktu. Sen gitmek istemiyorsun. Ne? Saatin geç olduğun karar vererek şirketten çıktı. Onu bekleyen limuzine bindi. "İyi misin, Steven?" Steven ona yanıt vermedi. Tanrı aşkına ne bekliyorsunuz? Seni. Frenchie omuz silkip arabayı çalıştırdı. "Eve mi gidiyoruz?" Steven kafasını salladı. Başı böyle dönerken Taskmaster'la nasıl savaşabilirdi ki? Deliliğin sana güç veriyor. Acıyı dindirmesi adına dişlerini sıktı. Hiçbir işe yaramamıştı. Araba durduğunda inip dairesine yöneldi. Kapıyı açıp anahtarı kenara fırlattı ve hızla duşa girdi. Soğuk su ensesinden aşağı kayarken baş dönmesinin azaldığını fark etti. Derin bir nefes alıp duştan çıktı. Üzerini giyinip salona geçti. Bir bardak viski alıp koltuğa yerleşti. Her zaman kolay olan ışığı alma olayı bu sefer neden bu kadar zorlamıştı? Marc, bunun cevabını biliyordu. Jake de öyle. Steven'sa bilmek istemiyordu.

23.17
Pelerinini dalgalandıran bir hızda koşarak depoya vardı. Ne kadar kabul etmek istemese de Matt'in verdiği dosya işine yaramıştı. Malların nerede tutulduğunu, Taskmaster'ın nerede olduğunu biliyordu. Dartlarından biri üzerine yerleştirdiği casus kamerayı deponun açık penceresinden içeri fırlattı. Dart tam istediği yere saplanırken elindeki telefonla içeriyi izledi. Üç adam malların önünde nöbet tutuyordu. İkisi arka taraftaydı. Beşinde de tabanca vardı. Kolay lokma. Yukarı katta ise makineli bir adam ve o vardı. Taskmaster. Kemerindeki düğmeye bastı. Dartın üzerindeki sis bombası patladığında pencereden içeri atladı. Demir merdivenlere çarpan ayakkabı sesleri tüm depoda duyulurken elinde makineli olan adam ona doğru ilerledi. Ay Şövalyesi, adamın kendine ulaşmasına izin vermeden aşağı atladı. Onu fark eden üç adam ona doğru koşmaya başladığında gülümsedi. Dizilerinden destek alarak havaya zıpladı ve ilk adamın kafasına tekme attı. Boynu fazla hızlı dönen adamdan kırılan bir kemik sesi gelirken adam acıyla inledi. İkinci adam biraz daha akıllı olacak ki Ay Şövalyesi'ne ateş etmeye başladı. Kurşunlardan ustalıkla sıyrılırken baldırında hissettiği acıyla duraksadı. Alt-makineli bir tüfeğe ait olduğu belli olan kurşun canını fazlasıyla yakmıştı. Acının dikkatini dağıtmasına izin vermeden önündeki adamın üzerine atladı. Acıyı azaltmak için sıktığı yumruklarını adamın suratına geçirdi. Adamın artık nefes almadığını fark ettiğinde elindeki tabancayı alıp siper aldı. Pelerininden bir parça kopardı ve baldırını sardı. Ayak seslerini duyduğunda tabancanın şarjörünü kontrol etti. Üç kurşun vardı. Derin bir nefes alıp saklandığı yerden çıktı. Sis dağılmıştı ama yine de görmek zordu. Karşındaki üç adama gülümsedi "Ne bekliyorsunuz?" Adamlardan ses çıkmadı. "Beni, Moon Knight. Beni bekliyorlar." Duyduğu sesle kaşlarını çattı. Gözünü kırpmadan tabancadaki üç kurşunu karşısındaki adamlara sıktı. Her biri kafadan. Tabancayı yere fırlatıp arkasına döndü. Yalnız değil. "Merhaba, Taskmaster." Taskmaster, cevap vermeden saldırıya geçti. Attığı ilk tekmeden kimi taklit ettiği anlaşılıyordu. Captain America. "Bugün fazla kolaysın, Moon Knight." Şövalye sırıttı. Hilal dartlarından birini alıp Taskmaster'a fırlattı. Dart, adamın zırhını geçip göğsüne saplanırken sağlam bacağından destek alıp zıpladı. Vurulan ayağını dengeleyip saplanan dartı içeri itmek için salladı. İkisinden de acı dolu inlemeler yükselirken kendini yere attı. Taskmaster'sa maskesinin altında buruşan yüzünü toparladı. Göğsündeki dartı çıkarıp yere fırlattı. Ay Şövalyesi de ayağa kalkınca eskisi gibi olmuşlardı. Taskmaster, aynı Rogers gibi duruş aldığında Steve'le antrenman yaptığı için şükretti. Ayaklarına çalış. Dişlerini sıkarak Taskmaster'a ilerledi. Master, yumruğunu şövalyenin sırtına geçirdiğinde bunu yapmasına izin verildiğini bilmiyordu. Yumruğun etkisiyle iyice küçülürken Master'ı bacağından yakaladı. Onu kendine çekip sırtını yere vurmasını sağlarken ayağa kalktı ve karnına tekme attı. Bununla yetinmedi. Bileğinden tuttuğu bacağı büktü. Bükülen bacağı zorda kalınca yüzüstü dönen Taskmaster, bileğine gizlediği çakısını çıkardı. Hafifçe doğrularak çakıyı şövalyenin bacağına doğru salladı. Neyseki isabet ettirememişti. Bu başarısız girişime sinirlenen şövalye ise, Taskmaster'ı bacağından tutarak havaya kaldırdı ve ters duran adamın kasıklarına tekme attı. "Rogers'ı seçerken onun benim için eksik olduğunu biliyordun. Onu seçmenin sebebi benim Rogers'ı tanımadığımı sanmandı." Seslice güldü. "Şansına küs, dostum." Bacağını bırakıp adamın sırtüstü çevirdi. Karnının üzerine oturdu ve yakalarını kavradı. "Benim peşime düşmen sorun değil, Taskmaster. Beni öldürmeye çalışman da öyle." Duraksadı. Taskmaster'ın maskesini çıkardı. Kimliğini merak etmiyordu. Umrumda bile değildi sadece vuruşlarının daha etkili olmasını istiyordu. "Asıl sorun insanları zehirlemen ve bunu masum bir adamın şirketini kullarak yapman." Cebindeki bıçağı çıkardı. "Bunu hatırlıyor musun?" Bıçağa bir bakış attı. "Marlene'i bununla öldürmüştün. Sevdiğim kadını bununla ölürmüştün." Taskmaster, kaşlarını çattı. "Marlene Alraune, Steven Grant'in sevgilisiydi. Seninle ne alakası var ki?" Gülümsedi ve maskesini çıkardı. Taskmaster gözlerini şokla açarken gülümsemesi büyüdü. "Ben Marc Spector'ım. Ben Steven Grant'im. Ben Jake Lockley'im. Ben Moon Knight'ım." Bıçağı adamın boğazına sapladı. Saplanan yerden hafifçe kan çıkmaya başladığında Steven, adamın karnından kalktı. Onun intikamını ben almalıydım. Aldım da. Derin bir nefes alıp tüm olayı çatıdan izleyen adama bir dart fırlattı. Adam zemine düşerken maskesini aldı ve depodan ayrıldı. Tabii tüm uyuşturucuları ateşe verdikten sonra.

BU NASIL BİR BÖLÜM. DÖVÜŞ SAHNESİNİ YAZANA KADAR GÖTÜM ÇIKTI. NEYSE ÖPÜCÜK.
marcspectors
romanovaff

| moon knight |Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin