1. Bölüm Giriş

150 19 58
                                    

Bir mahalle düşünün içinde huzur, neşe, sevinç ve yaramazlık. Öyle güzel ortamdı ki, mahallemiz de yaşayan insanlar birer aile fertleriydi. Mahalle de olan evler ve o evleri bağlayan sokaklar damarlarıydı. İçinde yaşayan insanlar da o aileye hayat veren kan taneleriydi.

Mahalle demek, hayata karşı hem iyi hem de kötü gününü komşularıyla paylaşmaktı. Mahalle de insanların birbirleriyle kucaklaşıp, gülüşmek ve ağlamaktı.

Gençlerin birbirlerine olan sevgilerini görmekti. Göz göze bakmak, el ele verip yüreklerindeki gücü hissetmek, yeri geldimi kavgalara karışmak, yeri geldimi de aynı safta durmaktı. İyisiyle acısıyla hayatları paylaşmaktı mahalle demek.

Mahalle demek bir bütün olup, sevmek ve sevilmek gibi anılarımızın tükenmediği yerdi. Mahalle hayata karşı hep bir güzellik içindeydi. Etrafı yemyeşil parkı ve içinde oynayan çocukların mutlu bağırışları, içinde dedikodu eden teyzelerin lafları, abartılı gençlerin hevesleri ve habersizce, kaygısızca oynayıp günlerini geçiren çocuklar, o ailenin can damarıydı. Mahalleyi mahalle yapan da budur ya işte, ondandır mahalleye olan sevgimiz.

Bundan 20 seneye geri dönelim. Bir elma düşünün ve ben o elmanın kurduyum. Biraz kurcalamayı, ortalığı karıştırmayı severim. Öyle cingöz, yaramaz bir çocuk. Ha bir de karşı komşunun kızına aşığım. Aşkı yeni yeni öğrenen birisiyim. Haylaz bir çocuğum ve mahalle de bu sebepten dolayı bıkmış.

Bir de Ayşe teyzemiz var, mahalle de en büyüğümüzdür kendisi. Tontiş yanaklı, gözleri çekik, minyon tipli ve biraz da kiloludur. O bize öğüt veren yalnız yaşayan bir kadın. Eşi şehit düşmüş, çocukları büyüyüp Almanya'da yaşıyorlar. Çocukları bayramlar da ziyarete gelmezdi. En son ziyarete geldiklerinde kavga etmişlerdi. Ortalık karışmıştı. Tartıştıkları konu da Ayşe teyze çocuklarının Türkiye de yaşamalarını istemesiydi.

Ayşe teyze de haklıydı. Eşinin şehit olmasından dolayı çocuklarından ve torunlarından ayrı kalmak istemiyordu. Ayşe teyzenin gözlerinden damlalar akmamasını istiyorum. Ayşe teyzeyi çok seviyordum. Beni her daim koruyup kollayan, öpen, seven ve koruyandı.

O zamanlar küçük birer çocuktuk. Mevsimlerden kıştı ama yürekler sıcacıktı. Mahallenin birbirine olan düşkünlüğü, insanı sıcak yuva da hisettiriyordu. Güneş kışın ortasında kendisini hisettirmiş ve her zaman ki gibi güzeldi. Parkta koşuşturan çocukların ayak sesleri, çocukların birbirleriyle oynaması, komşumuz Ayşe teyzeyi mutlu ederdi.

Yine dış kapıyı açıp bahçeye oturmuş elinde sımsıkı tuttuğu çay bardağıyla, gözleri dolmuş halde kapının eşiğine bakıp parktaki çocukları izliyordu. Ayşe teyzeye fark ettirmeden bende onu izliyordum. Ayşe teyzeyi ziyaret etmeden önce fırından poğaça almaya gittim.

Fırıncı Mehmet abi anlamış olacak ki birden eline poşeti alıp;
-Ahmet oturda poğaçalarını hazırlayım, dedi. Hemen hareketlendi bir ayağı tahta olan beyaz plastik sandalyeye oturdum. Masum gözlerle;
-Mehmet abi yine anladın değil mi? Dedim. Fırıncı Mehmet abi ;
- Oğlum senin küçüklüğünü, camlarımı indirdiğin gibi biliyorum dedi. Birden ikimizde gökyüzüne kocaman kahkahalar göndermiştik. Fırıncı Mehmet abiye parasını verip Ayşe teyzemin evinin yolunu tuttuğum gibi yürüdüm.

Ayşe teyzenin evine varınca duvardan sessizce atlayıp yürüdüm ve birden ellerimle gözlerini kapatıp;
- Bil bakalım ben kimim dedim. Beklemediğim bir şekilde;
- Kim olacak tabi ki eşek sıpası dedi. Bende güleç bir ifadeyle;
- Kime çektim acaba dedim ve birden kocaman mutluluklarla kahkaha atmıştık. Sonra elimdeki poşeti uzatıp en sevdiği poğaçalarını vermiştim.

siyah ELMAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin