3. Bölüm

56 13 16
                                    

Uzun bir sakatlanmadan sonra mahallenin bu sessizliğini bozmam lazımdı.

Tabi balkonun korkuluklarına asılarak aşağıya bakarsan sakatlanırsan, ayakların kırılır. Yüzünde hafif yara izleri ve sağ elimdeki seçe parmağım da çatlamıştı. Ondan sonra Ayşe teyzenin çığlığını duydum. 'imdat Ahmet düşüyor, imdat!' demiş. Ben yere çarptıktan sonra bayılmışım ve herkes ben öldüm diye korkmuş. Mahallem gerçekten seviyormuş. Yaramazlıkları mı sevdikleri için biraz affedici oluyorlarmış.

Benim anlamadığım bir Kübra var. O niye beni hastaneye görmeye gelmedi. Kızı seviyoruz diye mi? Bana kalsa ben bu olayı araştırırım. O olayla Kübra'yla uğraşacak halim yoktu. Sosyetik güzeli Nermin teyzenin kızı ne bekleyeceksin ki, anasını tut kızına bak hesabıdır.

Benim garibime giden ise yukarı mahalleden Nurcan gelmişti. Bir de yanında Çağla vardı. Çağla onun en samimi kız arkadaşıydı. O minyon tipli ela gözlü ve kumraldı. Nurcan ise yeşil gözlü oda benim gibi kısa ve çok zayıf bir kızdı. Tabi balık etli Ahmet sever, ondan dolayı Nurcan'a bakmıyordu. Allah'ım bu kız 2 hafta gelip uğramış. Artık hastane yolunu odamın numarasını ve katını ezberlemişti.

Mahalleye eve geldim. İlk yaramazlığımı da yaptım. Yapmadan durur muyum ki? Ben yaramaz çocuk ve elimde uçurtma, yüreğimde sevdiklerimi getirdim. Mahalle sessizliğini bozdu. Mahallenin ortasına büyük bir sofra kuruldu.

Herkes bir şeyler getirmişti. Herkesin çabası vardı. Her yer çok güzel olmuştu. Akşam oldu ve herkes sofraya oturdu. Beni sağdan soldan çekiştirerek sevgilerini gösteriyorlardı. O sıra da uzaktan gelen bir sesle 'Ahmet ben geldim, taburcu olmuşsun. Bende mahalleye geldim' dedi. Baktığım da Nurcan'ın. Gözleri parlıyordu. Nurcan'ın bura da ne işi vardı. Ben sadece onu arkadaş gibi görüyorum. Mahalle araların da 'şuan da sevgililer buluştu' diyorlardı. Ben içimden 'ne alaka ya, bu kız da nereden çıktı. Bir de bundan uğraş ya' dedim. Bende mecbur 'buyur' dedim. Bir buyur ettikten sonra yanıma dibime sokuldu. Ama Allah var güzel kız, Allah sahibine bağışlasın. Bizim deli Kübra bizi görmesin bakalım.

Bizim deli Kübra bizi görmesin bakalım. Zaten o Burak'tan başka insanı görmez. Burak'ta tip olsa içim yanmayacak ama o da yok. Esmer mi kara mı desem bilemedim. Tek avantajı uzun sırık boyluydu. Ama akıl denecek akıl yok. Mal bir çocuk, çocuk halen kendi yaşıtlarıyla değil üç yaş küçük olanlarla oynuyor.

Bunun bir sevgilisi vardı. Tam bir yelloz, soyka birisi resmen. Çirkin kıvırcık saçlı,bir tek dişleri beyaz az da fiziği güzeldi.

En azından cılız değildi. Kulakları küçücüktü. Kepçe kulaklı değildi. Bizim Burak ise tam kepçe kulaklı, kuş beyinli idi. Ama arkadaşlıkta on numara çocuk, bir de top oynamayı bilse süper olurdu. Burak iyi gülle oynardı. Onun güllelerini yutunca çıldırır ve küfür etmeye başlardı. Bir kere ben onu yutunca kız gibi yer de debeleniyordu.

---

Okullarda kapanmak üzere zaten ve bir yaramazlık yapayım dedim. Müdür bey okul da Cuma konuşması yaparken elimde sakladığım torpili çıkardım ve ateşledim. Torpili müdürün ayağına attım. Müdür torpil patlayınca 'aman Allah'ım, kurtarın beni' diye bağırmıştı. Korkudan boku ödüne kaçmıştı.

Herkes kahkaha attı. Bende tabi ki, sessiz kalsaydım yakalardı. Ama ceza yemekten kendimi bir türlü kurtaramadım. Kameralar sağ olsun beni ele verdiler. Müdür bir de okulun önün de kulağımı çekti.

'Bu sana karne hediyen, bir de bu yaramazlıkla dereceye girmiş ya' dedi.

'Hocam ne yapayım, hem yaramazlık hem de derslerime çalışıyorum. Böyle öğrenciyi zor bulursunuz' dedim. Bir den okul gülmeye başladı. Bende kahkahaları art arda atınca öğrenciler tamam anlamıyla koptu.

O sıra da Nurcan bana bakarak gülümsedi. Ben ne yapacağımı bilemedim. Elim ayağım birbirine dolaştı. Kalbim yerinden hoplayacaktı. Saçlarını açık sarı renge boyamış, aralarında da kahverengi vardı. Saçları omzuna kadar uzamış ve arkadan toplamıştı. Beyaz lakoz giymiş ve altında mavi diz üstü siyah puantiyeli noktalar vardı. Bir den gözlerim elindeki mektup zarfına takılmıştı.

Bana ne oluyordu. Kendimi anlamaz hale gelmiştim. Sanki bir rüyaya dalıyordum. Rüyadan uyanmak istemeyen bir çocuğa büründüm. Yanaklarım kızarmış, bakışlarım garip ve bedenimden soğuk soğuk akan ter damlaları ruhumu okşuyordu. Kendime gelmem birkaç dakika sürmüştü. Müdürün seslenişinden sonra kendime gelip Nurcan'ın elindeki mektubu anlamaya ve kime yazdığını bulmaya odaklanmıştım.

Acaba yeni hayatlara doğru yüreğimdeki geminin ilerlemesi mi? Kendim de doğan umudun geliş sesleri miydi? Bilmiyorum. Ben galiba biraz duygu seline kapılmıştım. Kendimi toparlayıp müdürden müsaade isteyip yerime geçtim.

Son bir defa herkesi görecektim. Sınıfa geçtik ve diğer arkadaşlarımla beraber karnelerimizi alıp vedalaşacaktık. İlkokul bitti.

O günler geri de kaldı. Bir de ne var bilmiyorum ama yeniden buluşacağız. Yeni hayatlar da yeni maceralar da, yeni dönemler de, yeni umutlar da...

Son bir defa şarkısını Ali Kınık'tan dinleyip vedalaştık. Herkes gitmeden önce yine şakamı yaptım. Herkesin belgelerini sakladım. Herkes 'bu notlarla nasıl belge alamadık' dedi. Münevver hocam 'son şakaydı çocuklarım, Ahmet inşallah akıllanır ve yeni hayatın da huzur ve başarı kendisinin olur' dedi. Ben ilk kez ağladım. Duygulanmıştım. Yüreğim öyle bir hüzünlendi ki, hiçbir şey söyleyemedim. Gözlerimden damlalar döküldü. Hocam hemen beni sardı. 'evladım ağlama, bugünler sizlere en güzel anıları yaşamanızı sağladı' dedi. Bunun anısına bir anımı anlatmak istiyorum.

Birinci sınıfta okulun ilk günü, sınıfları karıştırmıştım. Sınıfta ismim okunmayınca rehberlik hocasını çağırdılar. A sınıfı değilsin C sınıfısın demişlerdi. Tabi ki velim de yanımda herkes bana gülmüştü. Ben utanmıştım. Suskun bir çocuktum. Sınıfıma gidince ilk ağzımdan çıkan kelime 'malların arasına koymayın' olmuş. Annem şaşkın gözlerle bana bakarak hayır der gibi başını sağa sola sallamıştı. Okulun ikinci günü kavga çıkarmıştım. Yanımdaki çocuğu dövmüştüm. Müdürle tanışmamız o zamandan başladı.

Yaramazlıkta sınır tanımıyordum. O zaman Emre'yi yanıma oturttular ve arkadaş olduk. Onunla hep okulu bir birine katan serseri mayın gibiydik. Her gün şikayet, her gün yaramazlık yapardık. Okulda dövmedik çocuk bırakmadık. Bizim yaşıtlarımız bizden bıkmıştı.

Ben zaten altı yaşımda okuma ve yazmayı biliyordum. Ayşe teyze boş zamanlar da hep öğretirdi. Kendisi aslında öğretmendi. Ondan ne yapacağımı nasıl duracağımı öğrenmiştim. Emre de okumayı ve yazmayı öğrendikten sonra bize kitap verip okuyun derlerdi.

Ben o sıralar da okuldan sıkılmıştım. Ayşe teyzem de bana 'yaramazlık yap, bende senin gibi okulda okuma yazmayı öğrenince yaramazlık yapmaya başladım' dedi. Ben o zaman çok şaşırmıştım. Bana ne öğrettiyse Ayşe teyzem öğretti. Onun bakışları insanı ısıtandı. Çocukları hep uzakta diye gelmezdi. Onun her hali aslın da birer yaşanmışlık, olgunluk ve tecrübedir. İyi ki ben onun yanındayım. Lise kaydımı beraber yapmıştık.

siyah ELMAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin