2; romeo, juliet and kim namjoon

1.5K 177 155
                                    


rauf faik, я люблю тебя. (ya lyublu tebya)


anı; 1 / Satusu Ulusal Üniversitesi.

Saçma bulduğum şeyler vardı; bir şarkının insanın içine işlemesi ve aklındakilerini mırıldanması gibi mucizevi şeyler değildi tabii ki bu.

Pilava karışan fasulye taneciklerini ayırırken harcadığım zaman diliminde, Einstein'in zamanın ağır kütleli cismlerin etrafında daha yavaş ilerlemesini dediği için, diğer yaşıtlarıma göre yılda yaklaşık 10 nano-saniye daha yavaş yaşlandığımı ve 21 yıllık hayatımdaki 210 saniyeni nasıl değerlendirebileceğimi düşüp bulurdum. Ama pilava bulaşan fasulyeyi ayıklamak bana yılda 10 saniyemi kazandıran kütleme rağmen, benden her gün tam yirmi üç dakikamı alıyordu. Tanrım, bu çılgınlıktı.

Saçma bulduğum bir diğer şey ise; 2004 yapımlı Eternal Sunshine of the Spotless Mind, filmindeki mavi saçlı Clementine isimli kızın saçlarını bir anda portakal rengine boyamasıydı. Böylelikle tam olarak portakala benziyordu. Evet, kesinlikle.

Bir örnek daha vereyim; dünyanın en saçma tablosunu gösterin deseydiler eğer, hiç tereddüt etmeden onun ısırdığı ve henüz izi kaybolmamış işaret parmağımı ileriye doğrultur, eski ve antika eşyalarla dolu küçük evdeki sehpada çektiği fotoğrafları düzenleyen Kim Namjoon'un yanında oturup yumruk yaptığı elini çenesine dayayarak saatlerce onu izleyen, saçları kısacık ve portakal rengindeki ve kulağındaki üç tane halka küpesi her haraket edişinde sallanan ama onu izlerken o kadar dikkatli ve haraketsiz ki, yaklaşık bir saattir kıpırdamamaktan kıçı uyuşan o kızı gösterirdim. (bir başka kaynaktan aldığım bulgulara göre o kişi; Anna Niv'di.)

Yani ben.

Anna Niv'i beş kelimeyle tanımlayın deseydiler, onun ısırdığı boynumu kaşıyarak hiç düşünmeden şunları derdim; Hiperventilasyon Sendromu. Kelimeler. Juliet. Şarkılar. Aşık.

Sadece beş kelimeden ibaret olmadığımı ve yüksek ihtimalle onunda olmadığını biliyordum ama sonuçta bana kendimi tanımalamak için beş kelime vermişlerdi. Eğer Kim Namjoon'u beş kelimeyle tanımlayın deseydiler, elimi onun ısırdığı ve hâlâ kaşımakta olduğum boynumdan çekip, gülerdim.

Çünkü beş kelimeyle Namjoon; Sonsuz. Sonsuz. Sonsuz. Sonsuz ve Sonsuzdu.

Onunla ilk karşılaşmamız kampüsün konferans salonunda olmuştu; duvar boyası dökülmüş, başka bir tabirle dip boyası gelmiş duvarların sardığı eski kırmızı koltuklarda otururken ve ileride elini çenesinin altında koyup emekliliğini bakışları uzaklara dalarken bekleyen göbekli nöbetçinin varlığı hiç kimse umursamazken, görmüştüm onu. Kürsüye çıkan ve bugünkü konuşmanı yapacak olan kişi ondan başkası değildi.

Koyu kahverengi saçları dalgalı ve dağınıktı. Sabah yataktan kalkmış gibi kürsüye çıkan bu kişinin ne anlatacağını merak ediyordum doğrusu. Solgun dudaklı, esmer tenli ve dudağında piercing'i olan bu adam edebiyat konferansına nasıl katılmıştı bilmiyorum ama ismi lazım olmayan sokaklarda kafayı bulmak ve kafayı çekmek için yaratılmış mükemmel bir örnekti.

İnsanları görünüşlerine göre yargılamamayı bir kez daha kendime hatırlatarak oturduğum yere daha da sindim.

"Aslında giriş kısmını nasıl yapacağımı bilmiyorum ve aslında umursamıyorum da ama bir konuşmaya başlayacaksak mutlaka bir yerlerden girmem gerek değil mi?" Nedeni bilinmeksizin alaylı bir şekilde konuşmaya başladığında kaşlarımı çatmıştım, komik olan şey neydi?

goodbye without bye, namjoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin