6; what a tragedy; love

835 105 115
                                    


jah khalib, angela.

anı 4; Satusu'nun Unutulmuş Parkındaki Yalnız Salıncak.

Söze çok bilindik ama aslında yıllarca düşünseniz bile anlayamayacağınız bir kelimeyle başlamak istiyorum;

Aşk.

Polisiyeden tutun hayvanlar hakkında olan romanlara kadar her bir hikayede illa ki bu duygu kullanılmıştır. Sahi, herkesle yatıp kalkan bu kelime o kadar değerli miydi?

Aşk neydi? Ya da aşk kimdi? Ne için vardı? Neden adı aşktı ve neden herkese göre farklı bir anlam taşıyordu?

Yürüdüğüm ormanın içinde duraksayarak etrafıma bakındım. Akşamları klasik bir, 'Ben Asosyalım ve Asosyal olduğum için Götüm Tutuşsada Gece Geç Saatte Dışarıda Müzik Dinlemek Hoşuma Gidiyor Çünkü Rahat Batıyor.' kafasıyla gece yarısı dışarı çıkmıştım. Kulaklıklarım dış dünyadan kopmamı sağlasada atıştıran yağmurdan saklanmak için kafama geçirdiğim kapüşonum düşüncelerimi ıslanmaktan yeterince alıkoyamıyordu.

Ormanın ilerisi uçurumdu ve uçurumun hemen dibine kurulu iki tane eski, gıcırdayan salıncak vardı. Kim, hangi akıla hizmet ve neden oraya salıncak kurmuştu bilmiyorum ama sallanmayı en çok sevdiğim salıncakların başını çekiyordu.

Hızlı sallanırsan uçurumdan yuvarlanma olasılığın 50% ama eğer sadece oturursanda uçurum ilerisindeki okyanus seni içine davet etmek için aklına girerdi ve sen atlardın, hiç düşünmeden.

İşte bu ikilemi seviyordum.

Bu yüzden salıncaklara doğru ilerledim. Amacım her zamanki gibi tek başıma soldaki salıncakta oturmak ve gün doğana kadar şarkı dinlemekti. Sonra eve gitmek ve üniversite için hazırlandıktan sonra dersleri uyuyarak geçirmek.

Çünkü dediğim gibi, bana rahat çok pis batardı.

Ama bu kez farklı bir şeyler vardı. Farklı olan dinlediğim müzik ve bugünün tarihi değildi tabii ki. Onlar hep değişen küçük detaylardı. Bu kez farklı olan, salıncaklardı.

Aslında, soldaki salıncakta oturan bedendi.

Farklıydı.

Daha önce buraya geldiğimde hep güneşin doğuşlarını tek başıma izlerdim, çünkü çoğu kişi bilmezdi burayı. Fakat şimdi burada en sevdiğim soldaki salıncakta oturan ve tabanlarını yere ağır ağır sürterek kendini hafifçe sallayan birisi vardı. Ay'ın üzerine devrildiği, dünyanın içinde taşıdığı ve Güneş'in terk ettiği birisine benziyordu.

Sırtından gördüğüm kadarıyla koyu bordo kapüşonlusunu kafasına geçirmişti ve ellerini motorcu ceketinin ceplerine saklayarak, uçurumun ilerisindeki okyanusu izliyordu.

Adımlarımı ona doğru attım. Karanlıkta sadece bir gölgeye benzeyen bu adamın yüzü, Ay'ın okyanusa vuran ışınlarıyla aydınlanıyordu. Gizli kalmış bir ışık gibiydi. Yani en azından ben kendimi bir romanın içinde hissedecek kadar etkilenmiştim.

Ona doğru attığım her adımda aramızdaki mesafe kapanıyordu; mesafelerin bitmesi onun kısık çıkan sesini duymama neden oluyordu.

"Keşke tüm gün yağmur yağsa," diye oldukça zor duyulan bir sesle mırıldanıyordu. "Çünkü birinin benim için ağlamasını isterim."

Adımlarımı gittikçe daha da hızlandırdım ve boşta kalan sağdaki salıncağa sessizce oturdum. Beni fark etmiş olacak ki bir süre sessiz kaldı. Ama bu sadece bir süreydi ki beni umursamadığını anlamıştım.

goodbye without bye, namjoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin