Yıllar ne kadar çabuk geçiyor değil mi?
Özellikle bir gezgin iseniz.
Saatlerinizin su gibi geçtiğini fark edersiniz. Uzun süre çalıştığım iş için sürekli gezip durdum. Bir ülkeden başka bir ülkeye geçiş yapıyordum. En büyük faydası her ülkenin kültürünü görmekti. Her faydanın yanında bir de zarar olacaktı değil mi?
Benim zararım kendime ait bir evimin olmamasıydı. Ailem 6 yıl önce trafik kazasına kurban gitti. Ve bunun üzerine kendimi daha çok işlere verdim. Ama oturduğumuz ev kira olduğu için bütün borçlar benim üzerime kaldı. Daha fazla dayanamayıp zor da olsa evden taşınmak zorunda kaldım. Tüm o güzel anılardan kopmak işkence gibiydi benim için. Eşyalarımızı ise özel bir yere depolayarak önceden gelen yurt dışı teklifini kabul ettim. Eğer kabul etmeseydim herhalde benim de sonum depresyondan annemlerin yanına gitmek olurdu.
Bu 6 yıl boyunca biriktirdiğim para ile Türkiye'ye gitsem herhalde Ali Ağaoğlu ile kapışırdım diye düsündüm. Ki artık mesleğim olan aşçılığa ara verip kendi ülkeme gitmek istiyordum. Yaptım da. Dünyaca ünlü bir şeftim. Yılların kattığı tecrübelerle, kendi imzamı attığım yemekler ile ünlenmiştim.
Elimdeki bavulumla insanlardan uzak ormanların içinde olan yeni evime bakıyordum. Daha doğrusu villama. Bütün eşyalarım eve yerleşmişti. Ama son kaldığım yer olan Meksika'dan buraya gelirken bavulumda birkaç parça elbise ile ayakkabılarım ve teknolojik aletlerim duruyordu. Yavaşça elimdeki anahtarı yuvasına sokup açtım. İçeri girdiğimde evin verdiği kasvetle içim ürperdi.
Elimdeki bavulu koltuğun kenarına koyarak evi gezmeye başladım. Hepsi eski modaydı ama çok otantik duruyordu. Zaten bu ev 70'lerin başında yapılmış bir villaydı. Odalar dışında sadece mutfak ve banyo bu yılın modasıyla yapılmış modellerdi. Çünkü yıllardır kullanılmadığı için artık dökülüyordu. Bu evi bilerek almıştım. Kırık şeyleri yeni baştan tamir etmek bana huzur veriyordu nedense. Çok saçma ama evet.
Kendi odama geldiğimde üstümü değiştirerek aşağı indim. Televizyonu açtığımda haberleri gösteriyordu. Saate baktığımda 19.00 olduğunu gördüm. Bir sonraki haber benim hakkımdaydı. Göz devirerek izlemeye devam ettim.
'Ünlü şef Pınar Rose İzgi, uzun süre ara verme kararı üzerinden sonra Türkiye'ye dönme kararı aldı. Ünlü şefin...' televizyonu kapatarak telefonu aldım. İlk başlarda sizin haberinizin yapılması gerçekten güzel ve heyecan verici olabiliyor ama daha sonra sıkmaya başlıyor. Eğer ünlü iseniz ufak hatanızda bile hemen saniyesinde ifşa etmekten zevk alıyorlar. Tabii o da onların ekmek teknesi bir şey diyemem. Tek yakın arkadaşım olan Selen'e mesaj attım. Bugün İstanbul'a geldiğimi biliyordu. Bu evi beraber bakarak aldık. Her ne kadar eski olduğu için istemese de ben sevdiğim için kabul etti. Mesajıma bakmayınca yine nöbete kaldığını anladım. Kendisi yeni doktor oldu. Çok eskiye dayanan bir arkadaşlığımız olduğu için olmayan kardeşim gibi görürdüm.
Canım sıkılınca koltuğun kenarında elektronik aletlerimin olduğu bavula yöneldim. Şu heryerde överek anlattıkları dizileri benim de izlemem gerek. Ama lanet olasıca fermuar inatla açılmayınca sinirlenerek koltuğa koydum ve ayaklarımı bavula uzatarak yattım.
·.·★·.·
Kulaklarıma dolan tanıdık melodiyle gülümsedim. Bu şarkıyı dedem severek dinlerdi. İyi de nereden çalıyordu bu şarkı? Gözlerimi hiç açmak istemedim o an.
"Uyan artık gizemli hatun" bir dakika! Gözlerimi açar açmaz karşımda gözlerini bana dikmiş bir adam görmem ile çığlık atmam eş değer zamanda olmuştu. Adam aniden geri çekilerek bana tuhafça baktı. Koltuktan hızla kalkarak adamdan uzaklaştım.