Ders bittiğinde sınıftan arkama bile bakmadan ayrıldım. İki baş belası öküzle uğraşamazdım birde. Bana bulaşacak olurlarsa hiç çekemezdim.
Derste bir şey görmemiştik. İsim soy isim gibi şeyler söyleyip tanışmıştık sadece. Bana omuz atan çocuğun adı Mithat'tı. Diğer dağ ayısının adı ise Metehan'mış ama o kadar uzatmaya gerek yokmuş ve kısaca Mete diyebilirmişiz. Bir de havalı havalı söyleyişi yok muydu? Böyle insanlardan nefret ediyordum.
"Ben Metehan Oğuzoğlu. 19 yaşımdayım." Tok sesiyle kasıla kasıla konuşuyordu. Ağzında ise beni omzumdan dürttüğü zamanki o iğrenç yarım gülümseme vardı. "Adım Metehan olarak biraz uzun hocam farkındayım," diye devam etti. "Kısaca Mete diyebilirsiniz."
O anki olayları kafamda canlandırmayı bitirdiğimde fakültenin dışına gelmiştim bile.
Hoca baba mesleklerini sormamıştı. Sebebi, sanırım herkes zengin olduğundan çekememezlik çıkabileceğiydi. Belki de üniversite kuralları böyleydi. Lise gibi değildi sonuçta. Sebebi ne olursa olsun benim işime gelmişti.
"Ela," diye ses duyduğumda arkamı döndüm. Gelen derse biraz geç kalan Melih'ti. Sınıfta yer kalmadığı için tek boş yer olan yanıma oturmuştu. İyi bir çocuğa benziyordu. En başında hiç egolu değildi bir kere. "Nereye gidiyorsun? Beraber yürüyelim mi?"
"Defter kalem almak için çarşıya çıkmayı düşünüyordum ben de," diye cevap verdim.
"Tamam o zaman çok güzel. Ben de çarşıya çıkacaktım. Beraber gidelim," dedi gülümseyerek.
Bende gülümseyerek cevap verdim ve okuldan çıkarak çarşıya doğru yürümeye başladık.
"Dersten neden o kadar hızlı çıktın ve beni beklemedin," diye sordu Melih.
Çocuk haklıydı tabii. Hoca çıkabilirsiniz der demez koşarak sınıftan ilk çıkan ben olmuştum.
"Bunaldım biraz sınıfta," diye cevap veriverdim. Yalan söylediğimi anlamasın diye de gözlerimi kaçırıyordum.
Melih uzun boylu. Çok yapılı bir vücuda sahip olmayan orta kiloda bir çocuktu. Sarı saçları, dalgalı, uzun ve ensesine geliyordu. Yeşil renkli gözleri sanki ışık saçıyor gibiydi güneşin altında. Üzerine beyaz Taht Oyunları baskılı bir tişört giymişti. Altında da siyah bir kot pantolon bulunuyordu.
Durdu gülümsedi ve "İyi bakalım öyle olsun kanka," dedi omzuma hafifçe dokunarak. "Bu seferlik inanayım."
Tam yalan söylemediğime dair bir şeyler söyleyecektim ki motor sesinin dibimizde yüksek sesle hırlamasıyla soluma döndüm.
Yarış motorunda iki iri cüsseli adam duruyordu. Giydikleri kıyafetlerden bir yerden tanıdık geliyor gibilerdi bana ama çıkaramamıştım. Arkadaki kaskını çıkararak parmağıyla beni gösterdi.
Lanet olsun, diye geçirdim içimden. Bunlar Mithat ile Metehan denen çocuklardı.
"Bu o bağıran kız," diye böğürdü arkada oturan Mithat. Üzerine lacivert renkli ince bir ceket giymişti.
O sırada öndeki de kaskını çıkarınca Mete olduğuna kanaat getirmiş oldum.
"Sarı saç," diyerek bana baktı ağzındaki o yarım gülümsemesiyle. "Bundan sonra hareketlerine çok dikkat etmen gerektiğini biliyorsun değil mi?" Tok sesiyle otoriter bir şekilde konuşuyordu. Yüz ifadesi ise hiç otoriter değil hatta sinir bozucuydu. "Bütün bir yıl çok eğleneceğiz."
Ne saçmalıyordu bu? Bir öküz dedim diye miydi bütün bunlar? Hareketlerime neden dikkat edecekmişim ki? Mithat'ın engelli olduğunu nerden bilebilirdim hem ben? Ne kadarda takıntılı tiplerdi. Neden gittiğim her yerde bela paratoneri gibi oluyordum ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık Sevgili
Teen FictionBenim burada ne işim vardı. Neden bu herifi takip ederek buralara gelmiştim ki. Onun derinliğinde kaybolmak üzereydim. Karanlığı gözlerimi kör etmişti. Sadece onu görebiliyordum. Siyahımın içindeki beyaz gibiydi. Tekrar sordum kendime. Benim bu yerd...