JUNGKOOK:
Merhaba sıkıcı hayatıma başladığım yeni günüme,
Merhaba annemin üzerimde kurduğu sarsılmaz baskı,
Merhaba bir haftadır yıkanmayan üniforma'm,
Ve merhaba sabahın en iğrenç saatinde kalkan ben.Iflah olmaz çarşafımın, en sinir olduğum şekilde bacaklarıma dolanmasını küçük bir lanet olsun eşliğinde bacağımdan çözmeye çalıştım.
Sabahın bu saatlerinde uyanmak en sinir olduğum şey idi. Havanın en uykuya yatkın saatlerinde,ılık yatağımdan kalkıp, sikik okul hayatıma devam etmem gerekiyordu.
Okul..?
Hayatımda; annemden sonra en nefret ettiğim, varlığını her şekilde sorguladığım, ruh emen bir binaydı okul. Benliğime birşey katmıyor aksine ömrümü çürütüyor du. Nefret ediyordum kısacası.
Dün gece online dizi izlediğim telefonum,takdığım sarj aletini red etmiş, %1 olarak başladığı yolculuğu, sabaha kadar %8 yaparak, son vermişti elektrik akımına. Prizden çıkarttığım sarj aletini gördüğüm yüz'de ile sinirle parçalamış, "sikeyim seni de " diyerek feryat etmeme neden olmuştu.
Param yoktu. Bir daha sarj aleti alamamakta umrumda değildi. Dün okuldan geldikten sonra çıkarttığım üniformamı, aynı yerinden alarak havada silkelemiş, üstüme geçirdiğim gibi çantamı da alarak evden dışarı atmıştım kendimi.
Dedim ya param yoktu. Bu da hayatımdan nefret etmemin en aktif nedeniydi. Mutlu aile çocukları, yürüdüğüm güzergah boyunca otobüse biniyor ve varış noktalarına kadar okulda ki gündem hakkında konuşuyorlardı.
Ben ise ; çıktığım varoş mahallenin, varoş apartmanın'dan tamamen gevşek bırakarak, tek kolunu takdığım çantamı sallaya sallaya nefret ettiğim okuluma doğru yürümek zorunda idim.
Kesinlikle yaşadığım herşey nefret edilesiydi ve bu haksızlıktı.
Eğer herhangi bir yerde, herhangi bir tanrı varsa; artık nefret çığlıklarımı duyurma isteğim bile kalmamıştı onlara.
Tanrıya inanmıyordum. Bana göre yaşadığım bu hayatı bana laik gören biri olmamalıydı.
Babam yoktu. Annem hergün milletin bulaşıklarını yıkıyordu ve şimdi de yeni bir eş adayı vardı. Param yoktu. Okuldan nefret ediyordum ve neden bu zulmü yaşamam gerektiğini bilmiyordum. Ne okulda, ne mahalle de bir tane arkadaşım yoktu ve gerek te duymuyordum. Herhangi bir cinsel eğilimim yoktu. Telefonumda önüme ne gelirse onunla rahatlatıyordum kendimi. Işte bu yüzden eğer bir Tanrıya inanmam gerekseydi, kesinlikle mitoloji daha inanılırdı benim için. Bir konuda iyi olarak doğmuş biri, o işin Tanrısı'dır mantığım ile kendimi de gereksiz işler tanrısı ilan etmiştim.
Eski binanın, işe yaramaz demir kapısını açmadan önce kasvetli gökyüzüne bakmış ve yaşamımın son günü olması umarak, yukarıda beni dinlediğini umduğum Tanrıya sesli bir yakarış göndermiştim.
"Ey savaş Tanrısı Ares. Eğer çevrimiçi isen ve beni dinliyorsan bana bir miktar gücünden gönder ki hayatım ile savaşa bileyim. Babanın seni istememesi ve kabul etmemesi gibi bende ne bu yaşamı istiyorum ne de bu hayat beni kabul ediyor kollarına. Senin için küçük bıçağım ile bir ateş yakıp,savaşında galip çıkman için seni onurlandıracağım."
Tutarsızca seslendiğim Tanrıma, yakarışlarımı kabul etmesi için cebimden çıkarttığım paslı çakı ile avcuma attığım küçük kesikten akan kanı ağzıma almış daha sonra yutarak Ares'e karşı sözümü tutmuştum.
Kendimce yaptığım ritüel sonrası, bugün de kurtulmak ümidi ile araladığım okul kapısının gıcırtı sesi eşliğinde, iki omzum birden ağrımaya ve yanmaya başlamıştı. Hiç bakma gereği duymadığım omuzlarımda ki acı, içimdeki nefreti bir anlığına daha da güçlendirmiş ve bedenemi daha güçlü hissettirmişti.
Her zaman aklıma eseni yapan bir olmamama rağmen, içimde ki çılgınca yanan ateşin sesine kulak verdiğimde "kaç" diyordu bana. "Kaç ve bana gel."
Kulaklarımın algıladığı titan sesin sahibini bulmak için etrafıma bakınmış, her zaman ki gibi kimsenin beni takmadığını görünce, duyduğum çağrıya kendimi kaptırmıştım.
Okulun içinde yürüdüğüm yolu tekrar geri dönerek, gıcırtılı kapıyı açmak için kolumu kaldırmış, daha ellemediğim kapı alev alarak saydamlaşmaya başlamıştı tuhaf bir biçimde.
Şaşkınlık ile uyuyan güvenliğe ve etrafımda ki öğrencilere baktığım da, benim gördüklerimi kimsenin görmediğine emindim. Herşey normaldi. Gülüşerek yürüyen öğrenci grupları ve neden bu okula atandım diye bağıran yüz ifadeleri ile öğretmenler vardı. Kesinlikle herkes gayet normaldi.
Gevşek çantamı tek omzumdan indirerek yere koymuş,ürkek adımlar ile ateşle saydamlaşmış kapıya doğru yürümeye başlamıştım.
Öldüm mü acaba ? Tanrıya inanmadığımdan dolayı cehennememi mi gidiyorum yoksa ?
Bana açılan kapı nereye doğru çıkarsa çıksın, attığım adımdan geri dönmeden bir an bile sekmeyen adımlar ile kapının beni içine çekmesini ve içimde ki ateşle bir olmasını görerek ilerledim en derine.
Ateş üniformamı yoksa da tenime zarar vermiyordu. Bilhassa tenimi yalayarak beni seviyor ve beni bilinmeze doğru götürüyordu.
Bu bir son muydu ? Bu benim gerçek sonum mu ? Yada bir başlangıç?
Etrafımı saran ateş yavaşça saydamlaşırken, başıma giren ağrı ile dizlerim kırılmış, diz kapaklarımın üzerine çökmüştüm. Kulaklarımda çılgınca sesler, zonklayan başımı tutan ellerim ile kaldırdığım yüzümü büyük bir şaşkınlık kaplamıştı şimdi.
"Ares.! "
××××××××Bölüm sonu.××××××××××
Yorum yazmayı ve votelemeyi unutmayın.. 💜💜💜

ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE WARRIOR: NEW WORLD ^Taekook^
FanfictionAfrodit; nefretten çıkmış karşısında duran iki sevimli aşığa dikkatle bakmıştı. Karşısında saygı ile duran gençleri iyice süzdükten sonra heyecanlı bir alkış yaparak, kardeşi Apollo'nun lir'ine oturdu ve parmağı ile iki sevgiliyi işaret etti. "Eğ...