Bölüm 3: Pembe Yalanlar

11.5K 700 224
                                    

  Bölüm Şarkılar Gazapizm- Sağı Solu Kes & Perdenin Ardındakiler- Sanrılar

Sır ne demekti?

Kimseye söylenmemesi gereken gizli şey miydi? Yoksa insanın sadece kendisine söylediği şey mi? Kimseye söylenmemesi gerekiyorsa neden birisiyle paylaştığımızda 'Aramızda sır kalsın.' Diyorduk?

Sır bunların hiçbiri değildi. Sır dediğimiz şey bizi yiyip bitirendi. Başkasıyla paylaştığımızda ise o da başkasıyla paylaşır mı diye daha da kendimizi yiyip bitirmeye devam ettiğimiz bir kısır döngüydü. Sır, toprağın en dibine gömdüğümüz ve bir gün yağmur yağar da üste çıkarsa diye korktuğumuz şeydi.

Sırrı olan herkes şunu bilirdi; onlar hiçbir zaman gizli kalmazdı.

Ne küçüğü ne büyüğü ne derinde olanı ne yüzeyde kalanı ne iki kişinin bildiği, ne de tek kişinin zihninde çınlayan sır eninde sonunda kendini gösterirdi. Bir sır, ölse bile cesedi ortaya çıkardı.

Fakat iki kişinin arasında konuştuğu şey sır değil, zamanı gelince ortaya çıkacak belgeydi.
Gömülür gibi görünür ama beklemediğin anda ortaya bir dosya içinde atılırdı.

Bunlar da ikiye ayrılırdı. Riskli olanlar ve olmayanlar. Riskli olanlar da içinde ayrılırdı.
Kurtula bilinenler ve  can alabilenler...

                            *****

Ela, emin adımlarla eve doğru yürüyordu.
Saat gece yarısına gelirken, uykusuzluktan gözleri kapanıyordu. Arada bir sendeliyordu. Göğsündeki batan şey onun önünü görmesini bile engelliyordu.

Depoda olanları düşündü oradaki kişileri ve o kişilerin sorduğu kişileri... Bir an durdu sesli bir nefes aldı. Eli boğazını kavradı sıkıntıyla kaşındı.

Serkan Karavan, tarafından kaçırılmıştı. Deren yüzünden kaçırıldığını düşünürken, uzun süre önce duyduğu o isim yüzünden kaçırıldığını öğrenmişti.

Barbaros Karavan.

Gizli kilit atılmış isimdi. Hiç kimsenin açamayacağı bir kilit.

Ardından evindeki kız geldi aklına. Deren... Deren Karavan... Barbaros Karavan'ın kızı. Yıllarca bildiği ama hiç görmediği o kızı...
Onun kızı...

Ve şu an onun evindeydi. Onda kalıyordu. Çünkü o gece Deren Karavan, Ela Aydemir'e koşmuştu. Ela Aydemir de onu güvenli kollarının arasına almıştı.

Şimdi babasının kim olduğu önemli değildi, bunu düşünmemeliydi!

Savsak adımlarını caddeye sürerken, karşıya geçmek için bir adım atmıştı ki karşıdan gelen arabayı gördüğünde, son anda kendini toplayıp geri çekildi Ela. Araba hızlıca fren yaptı. Kapı açıldı. İçinden uzun boylarda 25-30 yaşlarında spor giyimli bir adam indi. Sarı saçları ve mavi gözleri ile adeta gecenin içinde parlıyordu.

Alayla tonladı. "Alkol var mı?" Ela, umursamaz şekilde cevap verdi. Sendelemesi devam ediyordu.

"Kaçak tekel bayilik yapmıyorum." Karşısındaki adam yere bakarak gülümsedi.

"O zaman kafanız güzel. Gerçi fiziğinizde güzel." Gözlerini devirdi. Ayakları karıncalanmaya başladı.

"Sizin de liseden kalma yazılmalarınız güzel. İyi akşamlar." Ela, tam gidecekken adam kolundan nazikçe tuttu.

"Şaka bir yana gerçekten bir şeyin yok değil mi?" Boş gözlerle karşısındaki adama baktı. Kahvelerini, mavinin içine döktü.

"Teşekkürler ama ben gayet iyi-" Lafını söyleyemeden elini alnına götürdü. Ensesi terlemeye başlamıştı. Etraf dönmeye başladı ve tam yere düşecekken havalandı. Etrafına bakarken mavi gözlerle karşılaştı. Yorgunluktan zar zor konuşuyordu.

"Sen de kimsin?" Gözleri söndü. Cevabı duyamadan bedeni dirayetini kaybetmişti.

"Bilmiyorum güzel kadın belki de hikâyenin başrolü olabilirim." dedi mavi gözlü adam. Kucağındaki kadına bakıp gülümsedi.

*****
Karşısındaki tabloya odaklanmıştı. Gözleri birbirlerine savaş kılıcı çeken iki kişinin olduğu tablodaydı. İki şövalye vardı karşıdaki tabloda. Birbirlerine kılıç çekmiş, savaşıyorlardı. Gözleri tablodaydı ama aklındaki tablo açık kahve gözlerdeydi.

Dövüşürken trençkotu havalanan, her savurduğunda saçları dans eden, gözlerinde yoğun kazanma isteği olan kadın...
Ela.
Hayatına iki gündür girmiş ama bütün aklını ele geçirmiş kadını düşündü. Bu zamana kadar karşılaştığı kadınlardan bir farkı vardı. Ne olduğunu bulamıyordu ama bunu onu ilk gördüğü an anlamıştı.

Her şeyi farklıydı.
Mesela silahtan değil, adeta silah ondan korkuyordu. Emir vermeden emir verebilecek bir bakışa sahipti. Tek bir çığlık atmadan herkesi sağır edecek bir öfke vardı o kahve gözlerde. Gözlerindeki o yoğunluk asla anlaşılmıyordu. Fakat Serkan çok kısa bir an görmüştü o öfkeyi. Tanımıştı çünkü o öfkeyi her aynaya baktığında görüyordu.

Ayağa kalktı. Tabloya doğru yürüdü. Birkaç saniye daha ifadesiz baktıktan sonra burnunu hırsla yukarı çekip, belinden çıkardığı bıçağı sağdaki savaşçıya sapladı. Göğsü hızla inip kalkıyordu.

Bu bir meydan okumaydı, sadece kendisinin haberdar olduğu...

"Her savaşın bir kazananı vardır Ela Aydemir." Odasının ışığını kapatıp yatağa uzandı.


Ela, burnuna gelen denizin temiz kokusuyla gözlerini açtı. Gözlerini açtığında maviyi gördü. Mavinin, laciverte büründüğü gökyüzünü ve üzerindeki nokta kadar görünen yıldızlar gözüne çarptı. Kalktığında yerden yüksek olduğunu fark etmesiyle yavaşça doğruldu. Bu az önceki adamın arabasıydı. Siyah arabanın üzerinde kim bilir ne kadardır uyuyordu?

"Yarım saattir." Yan taraftan gelen sesle aşağı baktı. Mavi gözlü adam, oturduğu küçük tabureden cevap vermişti.

İyi de sesli düşünmemişti ki!

Hızlı şekilde doğrulup, aşağı atladı adamın karşısındaki tabureye oturdu.

"Ne işimiz var burada?" Elinde köftesini yemekte olan adam bir ısırık alıp yuttuktan sonra cevap verdi.

"İstanbul sokaklarında ayık gezmeniz lazım. Tehlikeli şeyler olabilir savcım." Ela, adamın dediklerini dinliyor gibi yaparken beklenmedik bir anda  belindeki silahı çıkarıp karşısındaki adamın kafasına dayadı. Gözlerindeki kararlılık silahın sert bir şekilde kafasına dayatılmasından belliydi.

"Bence yeterince ayığım! Şimdi cevap ver! Kimsin?" Karşısındaki adam gülerken cebinden bir kart çıkardı.

"Asayiş başkomiser Yalçın Kara." Ela kartı okuduğunda yavaşça silahı beline koydu. Bakışlarındaki şüphe hala oradaydı.

"Benden be istiyorsun komiser?"

"Geri dönmenizi savcım." dedi karşısındaki adam ayağa kalkarak. Otomatik olarak geriye doğru bir adım attı. Gözlerini kısıp neler olduğunu anlamaya çalıştı.

"Ben açıktayım ya. Açıkta!" Yalçın deri ceketinin yakasını düzeltip gözlerini Ela'ya çevirdi.

"Amirim bunun için beni gönderdi. Zaten bir haftadır takip ediliyordunuz. Ve eski bir dosya geri açıldı." Ela'nın sol kaşı duyduklarıyla havaya kalkarken, Yalçın devam etti.

"Barbaros Karavan!" Kaşı durdu. Dudakları kapandı. Zorlukla yutkundu ve arkadaki arabaya sırtını yasladı. Bu isim bugün kaçırıldığı davaydı. Serkan Karavan'ın amcası diye içinden geçirdi. Başka şeyler de geçti içinden ama duymamak için kafasını kaldırdı ve Yalçın'a baktı. Söyleyeceğini anlamış gibi konuştu.

"Bugün kaçırıldığınız dava kısacası." Ela'nın kaçırıldığını görmüş ve bir şey yapmamışlar mıydı? Büyük ihtimalle kanıt için sadece izlemişlerdi.

"Benden bir şey çıkmayacağını söyledim. Peşimi bırakacaklardır." dedikten sonra arkasını dönüp gitmeye hazırlanmıştı ki Yalçın'ın sözleri ile duraksadı.

"Yanılıyorsunuz savcım, asıl her şey yeni başlıyor." Gözünün önüne düşen saç tutamını sertçe geriye savurdu. Uzun bir gece olacak gibiydi. Sandalyeye geri oturup kollarını göğsünde birleştirdi. Dik bakışlarını karşısındaki komisere yöneltti.


Kapıdan gelen tıkırtı ile silahına sarılan Mert kapının arkasına geçti. Bir iki saniye sonra gördüğü silüetle rahatladı.

"Abla!" Ela, Mert'in orada olmasına şaşırmıştı.

"Mert? Sen yatmadın mı hala?"

"Başın beladaydı dimi?" Neredeyse sabah olacaktı. Komiser ile konuşması anca bitmişti. Saçları karışmış gözleri kızarmıştı. Başını yere eğdi. Kapıyı kapatıp odasına ilerledi. Mert'te peşinden geldi. Komodinin üzerine silahı bıraktığında Mert çoktan haklı olduğunu anlamıştı.

"Canını yaktılar mı?" dedi destek verircesine elini omzuna koydu.

"Bu silahı alabilmişsem her şey güzel geçmiş demektir." diye kıkırdadı zaferle. Üzerindeki trençkotu yatağın üstüne atarken gömlek düğmesinin birkaçını açtı. Sanki nefes almakta zorlanıyor gibiydi.

"Kim yaptı bunu? Yani neden?" Mert'in kendi sorduğu soruya cevap arayan bakışlarını gördüğünde ona döndü.

"Sana tek bir isim söyleyeceğim." Mert, dinler pozisyonda Ela'ya bakıyordu.

"Barbaros." Duyduğu isimle şoka uğrarken ondan daha şoka uğramış birisi vardı.

"Bu Serkan abinin silahı! Beni mi buldu?" Deren, telaşlı ve az sonra ağlamaya başlayacağını hissettirdiği sesi ile kapının önüneydi. Ela, Mert'in gövdesinden onu görememişti. Göz göze geldiklerinde ise  her şey için geç olmamasını diliyordu. Deren'i sakinleştirmeye çalıştı. Az önceki ismi duymamasını diledi bir kere daha.

Bir an kimin kızı olduğunu hatırladı ama ardından bir kere daha kötü düşünceleri başından savdı.

"Deren, tatlım sakin ol. Serkan seni bulmadı. Sakin ol. Sakin! " Deren çoktan yatağa çökmüş iç çekiyordu. Ela dudaklarını kemirirken ne yapacağını bulmaya çalıştı. Ardından dudaklarını büktü. Deren'in yanına oturdu.

Ellerini yüzüne kapayıp birkaç kez hıçkırdı.

" O- O beni buldu." dedi dramatik bir şekilde. Deren, kafasını kaldırıp Ela'ya baktı.

"Nasıl yani?" dedi merakla. Parmaklarının arasından Deren'in tepkisini ölçen Ela bu sefer hışımla ayağa kalktı ve odanın içine volta atmaya başladı. Avuçlarını sıkı sıkı kapatmış dudakları aşağı doğru bükük duruyordu.

"Çünkü o-" dedi neredeyse ağlayacak bir sesle. Ne yalanı söyleyeceğini bulamamıştı. Mert, odanın içindeki bu tiyatroya daha fazla seyirci kalmayıp doğruları söylemek için Deren'e bir adım atarken, Ela, Deren'in önünde diz çöktü.

"Çünkü Serkan abin bana kafayı takmış!" dedi tekrardan ellerini yüzüne kapatarak. Ela'nın dediğine başta Deren olmak üzere Ela da dahil herkes şaşırmıştı.

"N-Nasıl yani? Serkan abi seni mi seviyor?" dedi hayretle Deren. Ela, yutkunarak yalanına devam etti.

"Yo-yo sevmek değil, hastalık bu. Resmen o gün beni mağazada gördükten sonra peşimi bir daha bırakmadı. Bana kafayı öyle bir takmış ki - gözleri her yerde gezindi ve yalanını daha da büyütmeye karar verdi- beni kıskandığı için işten o attırmış." dedi ve Deren'i kendine çekip sarıldı. Arkaya geçip, duvara sırtını yaslayan Mert'in dudaklarından "Oha!" kelimesini okuduğunda ise gözleriyle susmasını işaret etti.

"Ama nasıl olur? Hangi ara böyle olmuş olabilir?" dedi merakla. Aklına yatmayan şeyler vardı. Deren merak ve endişe ile dinlerken, Mert, elini çenesinin altına koymuş bıyık altından gülerek bakıyordu.

"Harbiden o nasıl olmuş Ela ya?" dedi keyifle. Ela, Mert'e öldürücü bakışlar gönderip, çaktırmadan anlatmaya devam etti.

"Ben buna mağazada çıkıştım ya... Vay efendim neymiş? Zor kadın en çok sevdiğiymiş, vay efendim rüyalarına girmişim. Şöyle güzelmişim şöyle baş kaldırmışım. Ondan konuşmak istemiş. Beni adamlarına kaçırttı biliyor musun? Çok korktum!" Diye hıçkırdı.

Mert, Deren'in arkasından Ela'ya yok artık dercesine bir bakış daha attı.

"Peki silah?" Deren'in son sorusu Ela'nın yalanları tüketmiş,  ayağını sallamaya başlamasına neden olmuştu.

Yatağın arkasındaki duvarın oradan bir ses "Benden bir hatıra olsun sana diye silah vermiş!" dedi.

Kurtarıcı Mert!

"Evet! Evet beni unutursan bu silaha bak dedi." Deren az öncekinden daha da endişelenmişti.

"Ela, ne olur kendine dikkat et. Serkan abinin ilk defa bir kadına taktığını gördüm çünkü." dedi Deren iki kat endişeyle. Ela yavaşça ayağa kalktı. Derene güvenle gülümsedi.

"Merak etme canım ben iyiyim. Biraz korktum sadece o kadar. Hem tanıdığım polis arkadaşlarım var onlardan yardım alırım. Saat çok geç oldu. Hadi sen git biraz uyu." Deren kafasını sallayıp, yavaşça odadan çıktıktan sonra Ela, sesli bir nefes vererek sırtını yatakla buluşturdu. Fakat odadan çıkmayan Mert, kapıyı kapattı ve yatağın başına geldi. Ardından ellerini sessizce birbirine vurdu.

"Tebrik ediyorum ablacım! Bir dakika içinde yazdın, oynadın, aynı zamanda da yaşadın. Tiyatro düşünür müydün?" Ela, sinirle doğrulup bağdaş kurdu.

"Ne deseydim Mert? Ah Deren' cim, ben 3 aydır açığa alınan bir savcıyım. Kuzenin de babanı kimin içeriye aldığını öğrenmiş. O şanslı kişi de  tabii ki bendim. Kaçmak için de kuzenin hariç, bütün adamlarını benzetip- komodinin üstündeki silahı gösterdi-  koleksiyona bir silah daha aldım mı deseydim?" diye homurdandı.

"Adamlarını mı dövdün?" Sırıttı.

"He! Bir de damadın kasığına bir tane geçirdim mi deseydim?" Mert'in kaşları çatıldı.

"Damat?"

"Deren'i zorla vermeye çalıştıkları şerefsiz!" Mert sinirle homurdandı. Ela ise yüzünü buruştururken devam etti. Ardından Mert kafasını çevirdi ve yeni dank eden şeyle gözleri büyüdü.

"Deren... Şeyin kızı mı?" Ela başını salladı.

"Evet onun kızını evimde tutuyormuşum kaç gündür. Ama onun kızı olması bir şeyi değiştirmeyecek. Deren, güvende kalmaya devam edecek!" Mert yüzünü sıvazladı.

"Bir şey daha var." diye ekledi Ela. Mert bıkkınlıkla yanaklarını şişirdi.

"Daha kötüsü ne olabilir?" dedi. Ama Ela'nın bakışlarını gördüğü an gözleri kısıldı.

"Geri istiyorlar Mert." dedi. Mert anlamamış bir ifadeyle baktı.

"Seni ve beni... Adalete çağırıyorlar." Mert sırtını yatakla buluşturdu. Ela ise başlığa dayanarak karşıdaki boş duvarı izlemeye başladı.

*****
  48-49-50... Bir süre yerde kaldıktan sonra ayağa kalktı. Vücudundan terler boşalıyordu. Dalgalanmış saçları sallanıyordu. Saat sabahın altısıydı. Alt kata inip, kendine her zamanki gibi filtre bir kahve hazırladı. Üstünü çıkarıp duşa girdi.

Duşta yine aynı kadın gözünün önüne geldi. Dalgalanan saçları ve burnuna gelen parfüm kokusu. Kavga ederken açılan boynu ve kendinden emin topuk sesi. Kafasını iki yana sallayıp, suyun derecesini soğuğa çevirdi. Vücudu suyun altında dirilirken fark etmeden avuçlarını yumruk yapmıştı.

Duştan çıkıp üstüne kapüşonlu bir eşofman altına ise siyah renk dar kesim bir alt tercih etti. Biraz da koşuya ihtiyacı vardı. Arabayla sahile gidip, oradan koşmaya başladı. Sokakta kimse  yoktu. Biraz daha koştuktan sonra tempoyu düşürdüğünde yine aynı yüzü gördü. Mor sporcu atleti ile koşan düz saçları her koştuğunda dans eden o kadını gördü.
Kendine gelmek için gözlerini açıp kapadı.

Hayal değildi. Ela, parkın etrafında koşuyordu.

"Operasyona mı savcım?" diye seslendi arkasından. Görmese bile gözlerini devirdiğini hissetmişti Serkan.

"Dünde anladığın gibi ben açığa alınmış bir savcıyım. Ve her insan gibi spor yapıyorum." dedi kestirip atarak.

"Spor kıyafetiniz de çok güzelmiş."

Ela iğneleyici bakışlarını Serkan'a dikip "Umarım gerçek duygularınızı tercüman etmişsinizdir." dedikten sonra suyundan bir yudum aldı.

"Silahı mı geri istiyorum savcı."

"Bunun için mi yanıma geldiniz?" Alaycı şekilde söylemişti bunu.

"Evet." Ela,  bir adım atıp  fısıldar gibi konuştu.

"Koleksiyonuma koyduğum hiçbir eseri geri vermem Karavan. Hele de bu kadar acemi bir mafya babasından aldıysam." dedikten sonra keyifle gülümsedi. Serkan'ı gözleriyle küçümsüyordu. Serkan'ın ise sinirden damarları kasılmış, sesi daha çok tokalaşmıştı.

"Karıştırdığınız iki kavram var savcı. Özgüven ve ego."

"Ego?" Diye tekrarladı.

"Yüksek ego." diye cevap verdi Serkan. Ela kafasını salladıktan sonra "Yenilgimi nasıl kapatırım çabası. Sizde haklısınız." dedi. Serkan elini ensesine götürüp ovdu. Konuşmaya devam etti.

"Bir kadına mı? Hiç sanmıyorum savcı." dedi ukala tavrıyla.

"Şunu unutma ki kadınlar da en az erkekler kadar güçlüdür Karavan." Serkan dudaklarını yukarı kıvırdı. Ela'yı sinir edecek noktayı doğru bulmuştu. Üzerine oynamayı sevmişti ve biraz daha devam edecekti.

"Hem savcı hem feminist. Boşanma da müvekkillerinizin kocaları yandı." Ela sahte bir gülüşle ona doğru döndü.

"Ben daha çok cinayet ile uğraşmayı seviyorum. Ayrıca savcılar boşanma davasına bakmaz. O işe avukatlar bakar Karavan. Savcılar, daha çok suçluları içeri tıkar." dedi Ela cahil birine laf anlatmaya çalışır gibi ardından üzerine doğru bir adım atıp uyarır şekilde konuştu.

"Özellikle de kendini bu dünyanın sahibi sanan kişileri içeriye tıkarlar." diye devam etti.
Serkan, duyduklarına gülerken gözleri bir saniyeliğine arka tarafa kaydı. Ardından ciddi bir surat ifadesi ile önünü döndü.

"Arkandaki araç tanıdık mı?" diye soludu. Ela, Serkan'ın baktığı yöne bakmak için arkasını döndüğünde, Serkan hızla elini onun kafasının üstüne koydu ve kendine çevirdi. Birkaç saniye göz göze gelen ikilinin gözlerinden birçok anlam geçti ama hiçbiri çözülemiyordu. Ela, Serkan'ın gözlerine dalmıştı. Bunun yanlış olduğunu hissettiğinde, kendisini geriye çekip yüzünü buruşturdu.

Bu yanlışa düşmeyecekti.

"İzleniyorsun." diye fısıldadı Serkan.

"Senin adamların?" dedi Ela. Gayet rahattı.

Serkan sinirle dişini dudağına geçirdi. "Saçmalama benim adamlarım olsa neden arkana bakmanı önleyeyim?" dedi.

Ela çevik bir şekilde kafasını çevirip aracın olduğu yere baktı. Serkan'ın adamları değildi. Onlar olsa, ellerinden silahları çıkarıp üzerlerine mermi sıkmazlardı.

Serkan "Kaç!" diye bağırırken Ela'nın kolundan tutup hızlıca koşmaya başladı. Duyulan mermi sesleri kulakları delip geçiyordu. Bir süre ağaçların arasında koştuktan sonra buldukları tuvalet duvarının arkasına geçtiler.

Serkan "Kim bunlar?" diye sordu nefes nefese. Bir el ateş etti.

"Kötü adamlar!" diye alaycı bir tonda konuştu Ela.

"Ela! Şaka yapmıyorum kim bunlar?" diye bağırdı.

Ela gözlerini büyüttü. "İsmimi söylemen için illa çatışmanın içine mi düşmemiz gerekiyordu sayın mafya babası?" Ardından çantasından küçük bir tabanca çıkardı.

"Gerçekten sorun bu mu yani? Adamları görmüyor musun öldüresiye sıkıyorlar!" diye bağırdı Ela.
Mermi seslerinin arasına Serkan'ın sinirli sesi karışıyordu. "Eğlencesine sıksalar daha mı iyiydi?" dedikten sonra, Ela'nın önüne geçti.

"Arkamda kal!" Serkan'ın uyarısına sesli bir nefes verip güldü.

"Hiç sanmıyorum." Hızlı bir şekilde karşıdaki duvara geçti. Serkan arkasından bağırsa da boşunaydı olduğu yerden arabanın önündeki iki kişiyi vurdu.

Ela ise sağ arkadaki adamı nişan almış kolundan vurmuştu.

"Kaç yıldır savcısın sen? Koldan vurmak ne ya?" dedi kınar gibi.

"Adalete teslim etmek için bir adam gerek Serkan Bey! Ayrıca ben katil değilim!" Ortalık temizlendiğinde, duvarın arkasından çıkıp emin adımlarla arabanın yanına doğru yürüdü. Sabahın erken saatleri olduğu için neyse ki etrafta insan yoktu.

Silahı arabanın içindeki adama doğrulttu. Adamın kolundan kanlar sızıyordu. Yüzündeki ifadeden ne kadar acı çektiği belli oluyordu. Onu diğer kolundan tutup arabanın önüne yaslamıştı. Adamı ilk defa görüyordu. Eski tanıdıklardan (!) değildi.

Kolunu biraz daha bastırırken "Kolunu seviyorsun değil mi?" dedi ve tabancayı adamın başına tuttu.

Adam korkudan titreyerek cevap verdi.

"Güzel o zaman bana sizin tasmanızın kimin elinde olduğunu söyle!"  Ela, adamın sessiz bakışları altında silahını yere fırlatıp kanayan kolundan sıkmıştı. Adamın acıdan yüzünün rengi değişirken çığlıkları sokağı inletti.

Büyük ihtimalle bir piyondu. Ortaya sürülen bir piyon!

"Konuş dedim!" Sinirle soludu nefesini. Ses tonu sanki gözünü karartmış da adam bir şey söylemezse onu orada öldürecek gibi çıkıyordu.

Adamın konuşmamaya devam etmesi üzerine Ela, silahı yerden aldı ve adamın  başını hedef aldı.
"Ela ne yapıyorsun? Bırak onu!" diye bağırdı Serkan.

"Sen karışma!" Diye püskürdü. Ve silahı adamın şahdamarına doğru indirdi.

Tetiğe eli gittiğinde, Serkan araya girdi ve Ela'yı geriye doğru sendeletti. Serkan silahı almaya çalışırken, Ela daha çok kendine çekiyordu. İkisi bu şekilde debelenirken çıkan ses ile bir an irkildiler.
Silah ateş etmişti. Ama havaya ateş edildiği için kimseye bir şey olmamıştı.

"Barbaros'u bulmak için gönderdiler! Onu bulmak için gönderdiler! Yemin ederim!" dedi adam silahın sesi ile korkudan ötmeye başlarken.

Ela, bakışlarını Serkan'ın ellerinden çekip kulağına yaklaştı. "Her zaman blöfümü yerler." dedikten sonra sırıttı ve adama döndü.

Tabii ki onu vurmayacaktı. Serkan böyle bir şeyi nasıl düşünebilmişti?

Serkan arkada şok içinde dururken, Ela "Devam et." dedi.

"Patron Barbaros'u istiyor." dediğinde adamı küçümseyerek güldü. Ağzından bir kahkaha patlayıverdi.

"Az önce senin hayatını kurtaran yakışıklı adam kim biliyor musun?" dedi ve karşısındaki Serkan'ı gösterdi. Adam boş gözlerle bakarken, Serkan sesini temizleyip konuştu.

"Merhabalar, ben Serkan Karavan! Barbaros Karavan'ın yeğeni." dedi. Adamın korku dolu gözleri daha da şiddetlenmişti.

"Yalvarıyorum beni kurtar yalvarıyorum." diyerek Ela'ya doğru sığındı.

Her piyonun bir süresi vardı. Oyundan çıkacağı bir an vardı.

Ela, bacaklarına sarılan adama acıyla baktı. Aciz görünmesi umurunda değildi. Hışımla bacağını çekip yerdeki silahı eline aldı.

"Adın ne senin?"

"İ-İhsan." dedi. Ela, elindeki silahı incelerken konuştu.

"Ne oldu İhsan? Yarım saate kadar çok cesurdun? Ateş açıyordun üzerimize?" dedi. Sessizliğe bürünüp başını önüne eğdi.

Aklına gelen şeyle, elindeki silahı adamın eline tutuşturdu. Hedef alıp bir yeri vurdu. Adam hemen ondan sonra başka bir yeri vurdu. Duruşu dikleşti. Ela alayla güldü.

"Bak İhsan. Güçlüsün, korkusuzsun. Başın dik değil mi?" dedi. Ardından elindeki silahı kendi eline alıp namluyu başına çevirdi. Adam eski haline döndü. Kamburlaştı, korkmaya başladı ve yeniden acizdi.

"Şimdi peki? Şimdi korkaksın! Acizsin, kambursun!" dedi. Serkan, Ela'nın ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordu. Karışmadan olacakları izliyordu.

"İşte İhsan! Sizinle bizim aramızdaki en büyük fark bu! Siz gücü mermide sanırsınız, biz ise sözde! Siz cesareti namluda sanırsınız, biz kalbimizde! Siz dik durmayı belinizdeki sanırsınız, biz ise karakterimizde!" dedi.

Serkan gözünü kırpmadan Ela'yı dinliyordu.
Söylediği sözler onunla gurur duymasını sağlamıştı. Ela devam etti.

"Benden sana bir tavsiye İhsan, omurga sisteminin silah olmasına izin verme!" Ardından uzaklaşıp telefonda birilerini aradı. Serkan, yavaşça adama yaklaşıp fısıldadı.

"Bu arada amcamı bulmak isteyenlere önce Serkan Karavan'ı bulsunlar de! Ve bir daha asla kadınlara ateş açma!" dedikten sonra karşısındaki adama sert bir kafa atıp yere çakılışını izledi.

Ela, telefonu kapatırken azarlayarak "Karavan! O bana lazım çizmek yok!" dedi. Serkan uyarıyı dinleyip geri çekildi. Ela ise İhsan'ı, arabadan bulduğu halatla sıkıca bağladı. Ağzına ise başındaki beyaz mor çiçekli bandanayı tıkıştırmıştı.

Çantasını ve suyunu eline alıp "Birazdan birkaç tanıdığım ahbap beyefendileri toplamaya gelecekler. Beni burada görmedin bu arada ben de seni... Hadi görüşmemek üzere." dedi ve arkaya döndü.

"İhsan'dan bir hatıra almadın?" dedi Serkan. Ela ona dönmeden önce gülümsedi sonra ifadesini düzeltti.

"Ben öyle herkesten emanet almam Karavan. Hele de karakteri silahın namlusuna göre şekil alanlardan asla! Hadi görüşmemek üzere!"

Serkan kendinden emin adımlarla giden kadının arkasından gamzesini belli ederek gülümsedi. Parktan çıktığını gördüğünde ise kendine gelip, ayağının dibindeki İhsan'a döndü. Beyaz bandana dikkatini çekti. Adamın ağzından çıkarıp cebine koydu.

"Yüzünü buruşturarak "Ağzına yakışmayan bir detay be İhsan! Sen en iyisi en güzel susma yöntemi ile sus." dedi.

"O ne pe!" İhsan kafasına aldığı yeni bir darbe ile bayıldı. Serkan birkaç kişiyi arayıp arabasına atladı. Ela'nın ahbaplarıyla kendi tanıdığı ahbapları bu olayı halledecekti. Arabanın camını  açıp yüzüne esen rüzgârı hissederken, Ela'nın arkasından gitti.

*****
  "Yaklaşma yalvarıyorum! Bırak beni!"
Deren, rutin kabuslarından birini görüyordu. Yan odadaki Mert yerinden sıçramış odaya fırlamıştı. Deren'in alnından dökülen terler boğazına kadar uzanıyordu. Sakin şekilde yanına gitti. Ürkütmeden uyandırmaya çalışıyordu. Nafileydi tabi bu çaba. Deren her zaman ki gibi çığlıklar içinde uyandı. Mert'i görmeyi beklemediği için bir saniyeliğine panik olmuştu.

"Sakin. Sakin." dedi ve yan taraftaki masaya uzanıp su dolu bardağı uzattı. Deren titreyen elleriyle zorlukla suyu içip yan tarafa bıraktı.

"İyi misin?" Yataktan hızlıca kalkıp gözyaşlarını sildi.

"Bir şeyim yok iyiyim ben." dedi buz gibi bir sesle. Az önce çığlıklar atarak uyanan o değildi sanki.

"Deren konuşmak istersen? "Deren kaşlarını çattı. Kafasını olumsuz anlamda ikiye salladı.

"İstemem! Konuşacak bir şeyim yok. Kimseye güvenecek halim de!" dedi Mert'in uzaklaşması için elinden geleni yapıyordu. Mert ise aksine daha çok el uzatıyordu.

"Ne bu afran tafran? Her şeyle kendim baş ederim, istemem. Ne bu hava?" dedi sinirle. Deren ayağa kalktı ve bir adım attı. Dişlerini sıkarcasına konuştu.

"Bugüne kadar zaten her şeyi ben hallettim! Ne havasından bahsediyorsun sen!" Odadan çıkacakken, Mert kolundan çekti ve mavileri koyu siyahlara karıştı.

"Bugüne kadar öyleydi! Şimdi -" diye soludu.

Deren titreyen sesiyle. "Şimdi ne?!" dedi. Kimseye güvenmemesi gereken bu dünyada bu evdeki iki kişiye anlamsız güven duyuyor ama bundan korkuyordu. Mert'in siyah gözlerinden bir şeyler geçti. Düz saçları arkaya taranmıştı. Beyaz çenesi kasıldı.

"Şimdi Ela var. Yardım alacağın birileri var. Anladın mı beni?" dedi. Kolunu çekip kurtardı. Yine de güvenemezdi!

"Kimsenin acımasına ihtiyacım yok benim! Kendi başıma yağan karı kendim eritirim." dedi. Yaptığı gururun yersiz olduğunun farkındaydı ama sadece yalnız kalmak istiyordu.

Mert histerik şekilde gülüp "Senin başına yağan karlar birikip çığ olmuş haberin yok!" diye öfkeyle soludu. Aynı tepki Deren'den geldi.

"O zaman altında kalırım!"

"İzin vermem!" dedi. Cümle evde yankılanmıştı. Deren'in kalbinde de tabi. Gözleri buğulanırken titreyen sesiyle fısıldadı.

"Niye?"

Mert de aynı soruyu sormuştu kendine. Neden? Kütüphaneden gelen yardıma muhtaç bir kız. Niye bu kadar üzerine titriyordu ki? Her gün yardım için bir sürü kadın geliyordu. Şiddet gören tehdit alan işkence gören ya da öldürülenler... Sonra cevabı soruda buldu. Deren de onlardan biriydi. Eğer üzerine fazla titrerse bir insan, bir kadın bir anne adayı bir umut kurtulurdu.

"Bak işte daha sorunun yanıtını bile veremiyorsun." dedi.

"Çünkü sen emanetsin kızım! Ela'nın bana emaneti! Başına bir şey gelmesini istemem. Bir kadına daha bir şey olmasını istemem!"

Deren, Mert'in söylediklerine bir yandan sevinirken bir yandan içinde küçük bir burukluk oluşmuştu.

"Bir şey olursa gelip sana söyleyeceğim. Bir kadına daha bir şey olmayacak." dedi. Az önceki kavga olmamış gibi gülümsedi.

"Söz mü?" dedi Mert ve o da gülümsedi.

"Söz!"


Saat öğlene geliyordu. Ela sabah sporunu çoktan bitirdiği (!) için o civardaki kafelerden birine girip sipariş verdi.

"Big Big Burger istiyorum bol soslu!" dedi midesini ovarken. Aç olduğu sipariş verirken kullandığı mimik ve jestlerden belliydi. Görevli siparişi hazırlamak için gittiğinde Ela dışarıyı izlemeye başladı.

"Big Burger? Fazla fast food savcı. Yaptığın sporun hiçbir anlamı kalmıyor." diyen kişinin sesini kulaklarında hissettiğinde gözlerini sakinleşmeye çalışarak kapadı.

"Nasıl?"

"Diyorum ki verdiğin kalorileri yağları kısaca kiloların hepsini geri alırsın." dedi Serkan ve masaya oturdu. Ela, Serkan'ın dediklerine gülümsedi.

"Koşuyu kilo vermek için yapmıyorum Karavan. Ayrıca sen beni takip mi ettin?" dedi.

"Ne için?" diye sordu Serkan. İkinci soruyu es geçti.

Ela ağzının içinde "Unutturuyor." diye geveledi. Gözleri karşıdaki beyaz duvara daldı.

"Unutmak istediğin şeyler mi var?"

"Herkesin unutmak istediği şeyler vardır." Kendisini toparlayıp önündeki masayı incelemeye başladı.

O sırada görevli hamburgeri masaya getirmişti. Enfes görünüyordu. Ela, Serkan'a bir bakış atıp hamburgeri bıçakla ikiye böldü.

"Kalori vermek için de böyle güzel bir şeyden mahrum bırakılmaz değil mi?" dedi ve tabağı yavaşça Serkan'a itti. Serkan tabağı inceledikten sonra hamburgerden bir ısırık aldı. Uzun zamandır böyle bir şey yememişti. Tadı damağında kalmıştı. Ela gülerek elini kaldırıp sipariş verdi.

"İki Big Burger daha!"

"Uzun zamandır böyle bir şey tatmamıştım." Serkan konuşurken, Ela hamburgerden bir ısırık daha almadan konuştu.

"Mafyanın oğlu olmakta zor be Karavan. Havyar falan da yiyorsunuzdur siz." diye takıldı.

Serkan aklına bir şey gelmiş gibi tabağı ileriye doğru itti. "Aslında ben iki haftadır düzgün bir şey yemedim." Ela yuttuğu lokmadan sonra konuştu.

"Stres kalbe, mideye her yere kramp etkisi yapar. Mideni kilitler. Yemezsin ama bayılmazsın da..." Serkan, haklı olduğunu gösterir gibi yavaşça kafasını öne arkaya salladı.

"Sabahın köründe unutmak için koşuyorsun, iki dakika sonra çatışmaya giriyorsun, şimdi de gelmiş hiçbir şey olmamış gibi hamburger gömüyorsun? Nasıl bir şeysin ya?" dedi. Sanki Ela, yıllardır savaşın içindeymiş de normal bir hayat yaşıyormuş gibi görünüyordu.
Fincandan bir yudum alıp konuştu Ela.

"Gerçek olamayacak kadar sıra dışı, sıra dışı olmayacak kadar da sıradan." dedi. Serkan anlamadığını göstererek dik dik baktı.

"Bir gün anlarsın Karavan. Zaten o gün yanında ben olmam. Hadi sana afiyet olsun."

Ela,  masadan kalkıp hesabı ödedi. Serkan'ın dediği gibi olmuştu. Şimdi de hiçbir şey olamamış gibi eve yürüyordu. O sırada çalan telefon Serkan'a yine midesine kramp sokmaya yetmişti.

Gelen telefonda Deren'in yerini bulduklarını öğrendi. Aynı emri verdi. "Bulun getirin!" Yemeği sindiremeden arabasına atlayıp depoya indi.

Yarım saat sonra misafirleri sandalyeye bağlı şekildeydi. Mert ve Deren ne olduğunu anlamadan silah zoruyla arabaya bindirilmiş depoya getirilmişlerdi.

Hiçbir şeyden haberi olmayan Ela, asıl evin kapısını aralık gördüğünde ne olacaktı?

Kader değişik şekilde Ela ve Serkan'ı ya bir mermi patlayışında ya bir kız çığlığında ya da eski bir davada karşılaştırıyordu. Peki şimdi ki karşılaşmalarında ne olacaktı?

Savcı  (Tamamlandı) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin