26. Bölüm

23.5K 1.6K 844
                                    

Ben Ecevit'le tanışmadan önce sinirlenmeyi, bağırmayı, kavga etmeyi ve eşya fırlatmayı bilmiyordum. Gerçekten. Hep sakin bir insan olmuştum. Öyle kalacağıma, hatta öyle öleceğime de adım gibi emindim.

O yüzden, şu an evin salonunda deyim yerinde sinirimden kudurmam benim için oldukça yeni, garip ve kötü bir histi. Nasıl başa çıkacağımı bilmiyordum. Bir yanım, onu bir kaşık suda boğmak istiyor; diğer yanım da mümkünmüş gibi sakin olmamı söylüyordu. Nasıl olabilirdim ki?!

"Ödem işte," diye söylendim, koltuğa otururken. Sadece birkaç saniye hareketsiz durabilmiştim. Tekrar ayağa kalkıp, turlamaya başlarken adımlarım bilinçsizce hole çıktı. Sanırım onu boğacaktım. Suya gerek yoktu, şu an kaşık bile görürdü işimi.

Basamaklara doğru yeltendim hırsla. Tam bu esnada, yukarıda bir hareketlilik hissettim ve başımı kaldırdım. Ecevit, merdivenin diğer ucunda duraksamış; temkinli bir şekilde bana bakıyordu. Ben de bakakalmıştım çünkü onu yine burada, havlulu görüşüm sayılmazsa, ilk defa takım elbiseden başka bir kombinle görüyordum. Kot pantolonunun üstüne giydiği siyah polo yaka tişörtü ve bunları tamamladığı beyaz spor ayakkabılarıyla o kadar farklıydı ki... Ne 29 yaşında diyebilirdim ne de milyonlarla oynayan bir iş adamı. Bütün tanımlarıma, bildiklerime inat; hepsini değiştirmek ve beni yanıltmak ister gibi aykırıydı. 

"Bir şey mi oldu?" dedi, sessizliği bozarak.

Hafifçe silkelensem de hala tam olarak şaşkınlığımı üstümden atamamıştım. "Evet." Sesimin çatallaştığını fark ettim ve boğazımı temizledim. "Sen geldin."

Basamakları usulca inip, umursamaz bir bakış attıktan sonra yanımdan geçti. "Sedef Hanım akşam yemeği hazırlamamış mı?" diye sorduğunda, sesi mutfaktan geliyordu.

Peşi sıra gidince, bakışları kapıda, beni tezgahın önünde beklediğini gördüm. Onun gibi umursamaz bir bakışla kollarımı bağladım ve pervaza yaslandım. "Uğraşmasını istemedim. Hani ben burada yalnızdım ya..."

"Artık değilsin."

"Ne yazık ki."

Bu cevabı bekliyormuş gibi gözükse de bocaladığını gizlemek ve vakit kazanmak ister gibi derin bir nefes aldı. "Hazırlamasını istemediğin için dahiyane bir fikrin olduğunu düşünüyorum." Tek kaşını kaldırmıştı. "Yanılıyor muyum?"

"Evet. Mesela hiçbir şey yememek. Nasıl?"

Kalkan kaşını, çatmak için usulca indirmişti. "İlaçların var."

"Ecevit, bak..." Ellerimi gözü dönmüş bir suçluyu sakinleştirir gibi kaldırırken, küçük adımlarla tezgaha doğru yaklaşıyordum. "Anlıyorum. Seni gerçekten anlıyorum. Bana bir şeyleri zehir etme hobine de artık saygı duyuyorum. İnan ki. Ama lütfen. Lütfen şimdi, burada değil. Güzel bir hafta sonu geçireceğin birçok yerin olduğuna ve insanlar tanıdığına eminim." 

Mesela Duru. Neden bir erkek kız arkadaşıyla vakit geçirmek varken, müstakbel üvey kardeşinin tatiline dahil olurdu ki? Sanırım araları kötüydü. Hoş, Ecevit'in arası kiminle iyiydi ki? Yine de Duru'nun onu tolere ettiğini düşünüyordum. Yoksa yürümesi imkansızdı. Belki de hoşgörüden önce, alışveriş ömrünü uzatıyordu aralarındaki şeyin. İki tarafta ne istediğini biliyordu. Başka bir beklenti söz konusu değildi, hiçbir zaman da olmayacaktı. Eğer Duru aşk isterse, Ecevit'in ona kapıyı göstereceğine adım gibi emindim. Onu, bu kadar tanıdığımı düşünüyordum. 

"Sana bir şeyleri zehir etmek istediğimde, böyle yapmam. Bunu çok iyi biliyorsun. Dediğim gibi, güzel bir hafta sonu geçirmek istiyorum. Buraya sık sık gelirim. Sakin ve huzur veren bir yer olduğu konusunda hemfikir olmalıyız ki, buradayız." Nedense ağzından çıkan son cümlelere inanmıyordum ama diyecek bir şey bulamamıştım. Sessizliğim üstüne, "Eğer sızlanman bittiyse, akşam yemeğini konuşalım," diyerek, bileğindeki saatine kısa bir bakış attı. "Bir şeyler yapmak için çok geç oldu. Zaten yemek hazırlamayı hiç sevmem. Benim yiyeceğim bir yemeği de seve seve yapacağını sanmıyorum, öyle değil mi?"

Üvey PlanlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin