33. Bölüm / II. Part

13.6K 1K 1.2K
                                    




"Hayır, hayır..."

Ona yetişme umuduyla çaresizce koşmaya yeltendim ama düşüşün ilk sıcaklığı geçmiş olmalıydı; ayak bileğimde hissettiğim acı beni panikletti. Kendimi yere bırakırken, ani fren seslerine karışan kornaların gürültüsünü duymuştum. Başımı kaldırınca, Ecevit'in trafikteki arabasını, birkaç metre ötede kaldırım kenarında park halinde gördüm. Gözyaşları içinde gülümserken, arabadan indi ve hızlı adımlarla bana doğru yürümeye başladı.

Her şey bir film sahnesiydi sanki. Benim gibi dizlerinin üzerine çöktü, yüzüm ellerinin arasında; gözlerimin içine baktı. Daha çok ağlamaya başladım. Eski Leylan olsaydı, onun karşısında asla yıkılmazdı. Tıpkı eski Ecevit'in, boyun eğdirdiği kişinin önünde asla diz çökmeyeceği gibi... Biz nasıl bu hale gelmiştik? Birbirimizi yenmek için uğraşırken, ne oldu da birbirimize yenildik? "İyi misin?" diye sordu, telaşla. Ardından, sol eli dudağıma doğru inmişti. "Niye kanıyor?"

"Ecevit..."

"Düştün mü?"

"Beni dinle ne olur..."

Sesimi duymuyor gibiydi. Kollarımdan tutarak benden biraz uzaklaşıp, gözüyle kontrol etti vücudumu. "Bir yerin acıyor mu?"

"Böyle yapma..." dedim, yalvarırcasına. "Beni duymuyormuş gibi davranma... Burada, karşındayım... Konuşmama izin ver. Lütfen!"

"Konuşulacak bir şey yok, Leylan... Sana kızgın değilim." Şüpheyle gözlerimi kıstığımda, derin bir nefes almıştı. Bekledi, bekledi ve alçak bir sesle, "Sadece..." diye devam etti. Sesindeki tereddüt, bir çocuğun itirazı gibiydi. "Neden onunla görüştüğünü anlayamıyorum... Üstelik hiçbir şey yapmadın. Bildiklerini yüzüme bile vurmadın. O kadını... Bana karşı bir silah olarak kullanmadın."

"Ben sen değilim," dedim. İstemsizce sert çıkan sesim, bir bıçak darbesi gibiydi; vücudu kasıldı ve yüzünü buruşturdu. "Amacım hiçbir zaman bu olmadı. Yemin ederim sadece merak ettim, Ecevit... Görmek istedim. Belki iyi değildir, bir şeyler yanlış gitmiştir, bu noktaya o istemeden gelinmiştir diye..."

Buruk bir tebessümle başını eğerken, "Ama..." dedi, sustu.

Parmaklarım kıpırdandı. Ona sarılmak istiyordum.

Ellerimi yumruk yaptım. Ona sarılmayacaktım.

"Ama..." diye tekrar ettim, vakit kazanmak için. Birkaç saniye bile yeterli gelmişti, onun için yanan içimi soğutmaya. "İyiydi. Hatalı değil gibi konuşuyordu. Dahası... Kabullenmediği hiçbir şey yoktu. Hatta biliyor musun, bakışları seninkilerden farksızdı." Usulca başını kaldırdı ve cam gibi parlayan gözlerini gördüğüm an, binbir parçaya bölündüm. Omuzlarım titrerken, içimi çeke çeke ağlamaya başlamıştım. Dilim varmıyordu ona acımasız demeye. Aşk böyle bir şey miydi? Neden canını acıtmaya çalıştıkça, ben yaralanıyordum en derinden?

"Söyle... Nasıldı?" dedi, fısıldayarak.

Başımı inkar edercesine sağa sola sallarken, aslında onun hakkında verdiğim hükmü de reddediyordum artık. O da tam tersine, bir zamanlar kabul ettiğim ve hatta körü körüne inandığım gerçekleri duymak için diretiyordu. Kollarımdan tuttu tekrar, sanki sıktıkça söyleyecekmişim gibi canımı acıtmayan bir tutuşla sarstı beni.

Tam o esnada, açık kapının aşağısındaki merdivenlerden gelen adım seslerini duydum. Daha doğrusu, duyduk. Ecevit'le aynı anda başımızı çevirdiğimizde, son basamağı çıkarken, hararetli bir konuşma gerçekleştiren Yavuz Bey ve Sadık Bey'i görmek; bizim gibi, onlar için de beklenmedikti.

Birkaç saniye. Belki birkaç dakika. Öylece birbirimize bakmayı sürdürdük.

Sessizliği bozan ve bize doğru bir adım atan Yavuz Bey oldu. Gölgesindeki korumalar, bel hizasındaki elinin parmakları geriye doğru kıpırdanınca, loş ışıkların arasına karışmıştı. "Oğlum?" dedi, bitik bir sesle.

Üvey PlanlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin