Ekim 1862
Aziraphale, raporlarını teslim ederek Dünya'ya döndüğünde yorgun hissediyordu. Aylardır o kadar çok koşuşturmaca içinde kalmıştı ki alıştığı yaşamına vakit ayıramıyordu. Crowley ile işi bölüşmenin üzerinde yarattığı hafiflik kaybolmuş, bütün görevleriyle tek başına ilgilenmek zorunda kalmıştı. Sık sık iptal etmek zorunda kaldığı görüşmeler, kaçırdığı davetler sonucunda artık o kadar da popüler değildi. Önceleri neredeyse her gün uğradığı Leydi Montgomery'nin evine bile haftada iki defa zar zor gidebiliyordu. Crowley'e ne kadar ihtiyacı olduğunu o gidene dek fark edememişti.
Leydi Montgomery, onda bir farklılık olduğunu biliyordu. Birkaç defa Aziraphale'i bu konu hakkında sıkıştırmış, ağzında laf almaya çalışmıştı ancak nafileydi. Melek tam bir kapalı kutuydu. Kadın ise gözlemlerinden yaptığı çıkarımlarla ona, “Bence sen birine âşıksın, canım,” demişti en sonunda. Bu, Aziraphale'in oraya son uğradığı gün söylenmiş bir sözdü ve o günden beri de aklından çıkmıyordu.
“Neşeni kaybettin, herkesten uzaklaştın. Ah, bu şanslı kızın kim olduğunu bilmiyorum ama görünen o ki, ne kadar şanslı olduğunun farkında değil. Onunla konuşmalısın, tatlım. Dürüst olmalı ve eğer sahiden âşıksan ona evlenme teklifi etmelisin. Kadınlar, kendilerinden emin erkekleri severler.”
Yanılıyordu, elbette. Aziraphale'in âşık olduğu yoktu. O, sadece Crowley'nin yokluğunda bütün işlerin başına yıkılmasını kaldıramıyordu. Çok daha önceleri ona zor gelmeyen işler, artık ağır gelmeye başlamıştı o kadar. Bu, onun Crowley'e âşık olduğu anlamına gelmezdi. Üstelik melekler âşık olamazlardı. Ama melekler öpüşmez ya da sevişmezlerdi de. Hepsi öylesine yanlıştı ki, Aziraphale'in aklı allak bullak olmuştu.
Yine de, tüm olanlara rağmen kendini korkunç hissediyordu. Kızıl saçlı iblisin son sözleri zihnine kazınmıştı ve orayı asla terk etmiyordu. Üstelik son öpücüğü de öyleydi. Onca zamandan sonra bile Aziraphale, öpücüğün saflığını ve iblisin dudaklarının tadını unutamamıştı. Crowley sözlerinde haklı çıkmıştı, gerçekten unutturmamıştı. Ve yalnızca bunu da değil, öncekileri de. Tüm o uzak anılar sık sık aklına doluşuyordu ve onu mahvediyordu. Kendini toparlamaya çalışıyor fakat bunu da beceremiyordu.
Biraz şarapla kendini şımartmak ve düşüncelerden uzaklaşmak için evine döndüğünde kapının önüne yığılmış postaları fark etti. İç çekti, gazetelerin sayısına bakılırsa burada en az üç günlük posta olmalıydı. İsteksizce toparladığı zarflar ile pusulaları kucaklayıp içeri geçmiş, hepsini bakımsızlıktan toz içinde kalmış sehpasının üzerine bıraktıktan sonra içki dolabına yönelmişti. Ekoseli fularını biraz gevşetti, dolaptaki yarım kalmış şaraplarından birini seçerek kadehine doldurdu ve tekli koltuğuna geçti. Şapkasını dahi çıkarmadan oturmuş, arkasına yaslanıp rastgele bir mektubu eline almıştı. Bir süre ona artık hiçbir anlam ifade etmeyen davet mektuplarını okuduktan sonra eli, küçük bir parşömene gitti.
'Saint James's Park, öğlen birde. Çok önemli.'
Tanıdık el yazısıyla bir an içinde bir şeylerin kıpırdadığını hissetmişti. Crowley'den onu son gördüğü günden beri haber alamamıştı. İblis kendini o kadar iyi gizlemişti ki, Aziraphale onu evinde bile bulamamıştı. Evet, onu sahiden aramıştı. Anılar yakasını bırakmadığında, sarhoş olduğunda onu çok kez aramıştı. Tüm o iğrenç kulüpleri dolaşmış, Crowley'e ağız işi yapmış olan ahlâksız kadınları sorgulamıştı. Birkaç defa ağlamanın eşiğinden dönmüş, iblisin dokunuşlarına muhtaç kaldığında uykuyla bu ihtiyaçtan kaçmaya çalışmıştı. Uykularında da onu görmüş, en sonunda uyumaktan da vazgeçmişti. Tüm inkârlarına rağmen içten içe biliyordu ki; ona zor gelen iblisin yokluğunda artan görevleri değildi, doğrudan iblisin yokluğuydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
immoral desires | good omens
Fanfiction"Ne diyeceğini biliyorum; sen bir meleksin, ben de bir iblisim. Ama geçen sefer bu bir engel değildi, şimdi de olmasına gerek yok." ⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀ ⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀ ⠀⠀⠀⠀⠀⠀ Victorian Era, Aziraphale & Crowley. - 13.11.2019 & 31.12.2019