VI

73 10 4
                                    

Koşar adım karakola gittim. Olanları ve adamların görünüşünü anlattım. Daha sonra kafede o pisliği yakalayan polisi gördüm. Ona durumu anlattığımda (plakayı görmüştü. Bu yüzden ona anlattım) yanına birkaç kişi aldı. Uzun yalvarış ve yakarışların sonunda ben de araca bindim.

Plaka takibinde arabanın en son ormanda terk edilmiş bir fabrikada bırakıldığını gördük. Oraya gittik. Onlar indiler ama beni arabanın içine kilitlediler. Tabi bu beni ne kadar tutarsa...

Ayakkabımın topuğuyla kırdığım camdan dışarı atladım. Belim biraz acısa da uzun sürmedi. Üzerimi silkeleyip polislerin gittiği tarafa baktım. Çoktan gitmişlerdi.

Kenardan bir sopa kapıp binanın arkasına gittim. Tahmin ettiğim kapı burdaydı. Salaklar bir tane bile adam koymamışlar. Sessizce açıp içeri süzüldüm. Varillerden birinin arkasında yerimi aldım.

Şimdi tam karşımda saçı dağılmış, üstü başı kirlenmiş, ağlamaktan gözleri kızarmış, sandalyeye bağlı bir Yongsun vardı.

Karşıdaki varilin yanındaki adama parmak ucunda ilerledim. Ucubeler kıyafetim yüzünden karanlıkta beni göremediler. Boynunu kırıp kenara çektim. Belindeki silahı aldım. Susturucu vardı. Bu benim işime gelir.

Tam karşıda bir adam kalmıştı şimdi. O da ön kapının oradan Yongsun'u dikizliyordu. Nişan alıp ateş ettiğimde kurşun sol koluna geldi. Kahretsin ıskalamışım. Bir tane daha sıkarken Yongsun arkasını döndü. Gözgöze geldik. Gözleri parlayınca bana da umut geldi ve bir daha ateş ettim. Bu sefer omzundan vurmuştum.

Koşarak Yongsun'un yanına gittim. Kollarını çözünce gözüm kolundaki morluklara takıldı. Zaman kaybetmeden ayaklarını da çözdüm. Tamamen kurtulunca bana sarıldı ve konuştu

"Teşekkür ederim. Birkaç günde bu kadar önemseyeceğini düşünmezdim. Her şey için çok teşekkürler." dedi. Ayrıldığında elimi tuttu.

"Hadi çıkalım, gel bakalım." Elim belindeyken megafondan bir ses binada yankılandı.

"Nereye bakalım hanımlar? Daha ikramlarımızı sunmadık." Ses kesilince içeri bir silüet girdi. Şimdi hatırladım. Bu kafedeki dazlağın geldiği arabada duran adamdı. Taş ararken beni görmüş, başını başka tarafa çevirmişti. Taş bulup bir daha baktığımda da arabadan çoktan inip gitmişti. Hırsla bir yumruk atmak için koşuyordum ki kenardan çıkan adamlarla durdum. Şu an etrafımız sarılıydı.

Sonra dövüş başladı. Bilinen taktikleri uygulayarak tuzağa düşürüyordum adamları. Gaza gelip bir iki tanesinin boynunu kırdım. Hepsi bitince yanımda duran Yongsun'a söyledim.

"Üç deyince koşuyoruz. Üüüüüçç"

Koştum ama o yanımda yoktu. Arkamı döndüğümde topalladığını gördüm. Onun yanına geldiğimde bir silah sesi duyuldu.

"Benim değilsen kimsenin olamazsın seni küçük fare" Yongsun kollarıma, ben yere düştüm. Hala nefes alıyor ama konuşmakta güçlük çekiyordu.

"Moon-Moonbyul ben.. ben seni ç-çok sevdim, biliyor musun? Öyle ki.. aşık olmak b-bu sevmeyi tanımlar."

"Ben de seni sevdim Yongsun. Bunu da aşk tanımlar. Ama şimdi değil. Lütfen dayan. Kapatma gözlerini. Gitme."

Ben çığlığı basarken o şerefsiz herif bir kere de kafasına sıkmıştı. Yongsun'u yere yatırıp o it herifin yanına gittim.

Gözleri hala açıktı. Suratına tükürdüm. Kusmak da yakışırdı ama elimden tekmelemek geldi. Alabildiğine tekme savurdum. O göbeği hamur gibi oynuyordu tekmelediçke. Ellerine bastım. Ağzına bastım. Göbeğine bastum. Penisine bastım. Ardından tekmelemeye ve hakaretler yağdırmaya devam ettim.

Artık dizlerimde derman kalmayıp yere düşünce iki kol beni kaldırdı. Karşılık verecek mecalim kalmamıştı. Az biraz kafamı çevirince beni buraya getiren polis olduğunu anladım. Beni neredeyse yerde sürüklüyorlardı.

Kapıya doğru ilerlerken iki adamın Yongsun'un cesedini siyah pakede taşıdıklarını gördüm. Polis memuru kafamı çevirince gözlerim kapandı. Sonrası karanlık.

| 𝑀𝑒𝑙𝑙𝑖𝑓𝑙𝑢𝑜𝑢𝑠 | °𝑓𝑎𝑛𝑓𝑖𝑐Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin