Bazı zamanlar gözlerini kapatırsın. Tüm başına gelenleri düşünürsün ve sadece tek bir noktaya odaklanırsın. Zihnin seninle oyun oynar, seni hüzünlendirir, belki ağlatabilir bile. Saatlerce düşünürsün, aklın başka şeyle meşgul olmayı beceremiyordur. Gözlerini açarsın, görüntüler bulanıktır sanki. Odaklayamazsın bir şeye kendi gözlerini. Veya sadece içine bir his oturur, kalkmak bilmez. Seni nefessizliğe sürükler.
Soğuk banyoda, iki buçuk dakika kadardır üflediği ılık nefesiyle buğulanmış aynayı, soğuk elini kaldırıp gıcırdatarak sildi. Biraz buğu kalmıştı fakat köşelerde olduğundan, onları silmek için tekrar elini kaldırmadı.
Banyodaki sararmış duvarlar, üzeri hatırı sayılır derecede büyük bir toz tabakasıyla kaplı içi boş sabunluk, parmak ve su damlası izleriyle dolu köşesi çatlamış bir ayna. İç karartıcıydı. Neyse ki, lavaboda tek toz zerreciği dahi yoktu. Ne aptalım, diye geçirdi içinden. Keşke yurtta kalsaydım. Böylece tek başıma olmazdım. Aylarca kendime eziyet etmezdim. Sonra aklına gelen şeyle afalladı. Benim mutlu olmaya hakkım yoktu ki....
Bunu düşününce içi titredi. Yaptıklarını, her ne kadar mutlu olmak için yapmış olsa da, eline bulaşan ve muhtemelen bir daha asla elinden erimeyecek o kiri.... Bunun içindi hiçbir yeri temizlememe nedeni. O bu kadar kirliyken, bu kadar günahkar ve elleri de zihnine katılır şekilde çamurluyken, bu ellerle hiçbir yeri temizlemeyi beceremezdi. Kendine yaptığım büyük kötülüğün cezasını ömrüm boyunca çekmeliydi.
Balkona çıkmaya karar verdi, hava soğuktu ve içinin üşümeye ihtiyacı vardı. Isınan yanakları gözyaşlarını hareketlendiriyordu, hayır, bu sefer ağlamaya hiç de gerek yoktu.
Ellerini ağzının üzerine kapatarak esnedim sessizce. Banyo, çatlak lambasından dolayı kapkaranlıktı ve bastıran uykusu biraz açılsın istiyordu. Üzerinde eski, gri montum vardı, pek üşümeyişi de bundandı.
Dışarıda, geceden beri yağan ve muhtemelen de bir süre daha yağmaya devam edecek olan bir dolu kar vardı. Birkaç adımda karanlık banyodan çıkıp, aydınlık balkona gitti. Üzerindeki gri monta daha bir sıkı sarılıp dışarıya doğru bir adım attı. Çıplak ayakları, balkonda biriken azıcık karla buluşunca, parmak uçları donuverdi hemen.
Başta bu ince sızı, hoşuna gitmişti. Parmak uçlarından tabanlarına kadar yayıldı bütün o uyuşma kısa bir süre içerisinde. Çıplak ayaklarını kaldırmayı istemedi, sanki bütün o soğuk, gözyaşlarını geldikleri yere geri itiyordu.
Soğuk, sızıdan acıya dönüştü kısacık sürede. Topukları uyuşuyordu. İyice üşüdüğünde, ayaklarını çekmek isteyip balkondan çıkmaya yeltendi. Fakat başaramamıştı. Şaşırmıştı. Bir daha denedi. Belki de buza dilimizi değdirdiğimizde olan reaksiyondan olmuştur, diye düşündü. Yanıt, elbette ki hayırdı.
Neden ayaklarımı kıpırdatamıyordu? Ne oluyordu? Kalbi hızlanmaya, alnı terlemeye başladı. Balkondan düşmek pahasına -bu o kadar zarar vermezdi çünkü daire birinci kattaydı- geri geri gidip ayaklarının ikisini birden kaldırmaya çalıştı fakat hayır, zamkla tutturulmuş gibiydi.
Parmak uçlarından topuklarına doğru bir uyuşukluk başlamıştı. Neredeyse beş dakika boyu denedi, bu süre boyunca uyuşukluk bileklerine kadar çıkmıştı. Pes etti, yapabileceği başka bir şey var gibi görünmüyordu. Üzerindeki montu çıkarıp ayaklarıma sardı, hiç değilse belki de bu yardımcı olabilirdi.
Ağlamadı, kalbinin ritmi bile yavaşlıyordu. Canının acısının gittikçe artacağını planlıyordu. Fakat öyle olmadı. Bir süre sonra soğuğun oluşturduğu o yakıcı his gitmişti.
Yorgun hissediyordu artık. İnanılmaz yorgun. Zihninde oluşan anılar beynini yoruyordu. Biraz daha süre geçti. Belki on dakika, belki de on saat. Düşünemiyordu da artık. Gözleri boş bakıyordu. Uykusu gelmişti. Balkonun zemininin kar tutmayan kuytu taraftaki köşesine doğru sırtını verip aşağı çöktü ve gözlerini kapadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Saecularia: Kaybolan Ruhlar
Fantasía"neresi olduğunu bilmediğin bir yerde nasıl daha fazla kaybolabilirsin ki?" Dünyalar bitiyor, yeni dünyalar başlıyordu. İnsanlar ölüp hayata başlıyor, nefes alıp uyuyorlardı. Gözlerini kırpıştırıp, ellerini sallıyorlardı. Korku, mutluluğu çürütür...