Kumral kız son kez derin bir nefes alıp uçuruma benzettiği tepeden atladı. Ayakları topraktan ayrıldığı andan atladığına pişman oldu ve bir ipin ucuna asılıymış gibi havada sallanıp durdu. Suyun derinliği sonsuz gibi görünüyor; güneş, dalgalanan suyun üzerinde, binlerce minik bıçak varmış gibi parlıyordu. Gözleri korkudan kocaman oldu, hâlâ geri dönüp tutunma şansı var mıydı? Vücudunu hızla sağa döndürdü ve düştü.
İvme, kızın nefesini kesmişti. Midesinde korku ve yer çekiminin yarattığı tuhaf bir his oluştu ve üzerindeki ince ceket, kendisine yeni bir rüzgar bulmuş bir yelkenli gibi yüksek sesle açıldı. Kendini koruma içgüdüsü işe yaramaz olduğu kadar güçlüydü de. Ölümüne tanıklık etmemek için gözlerini kapattı.
Düşmeye devam ederken kolları başının üzerinde sallanıyor, tutanacak yer arıyordu. Bacakları havayı döndü. Düşüşün ilk iki saniyesi bitmiş, diğer iki saniyesi başlanmıştı. Artık herhangi bir renk, şekil veya ışık ya da gölge göremiyordu. Anne lütfen beni affet, diye düşündü. Atlamadan önce uzakta gördüğü mavna, şimdi gözden kaybolmuş; yok olan güneş, etrafındaki her şeyi karanlığa boğmuştu. Kendi korkmuş çığlığından başka hiçbir şey duyamıyordu. Zaman geçti.
İki... Sonra... Bir...
Suya çarparken vücudu gerildi; önce ayakları, sonra sırtı en son başı. Çektiği acı tahmin ettiğinden fazlaydı, çok daha fazlası. Kırılan kemiklerinden çıkan ses kulaklarında çınladı. Organları gevşedi.
Hissizleştirecek kadar soğuk olan su, burnundan içeri dolup genzine akınca öğürdü. Tuzlu suyu çıkarmak için gelen şiddetli öksürük, kırık kaburgalarından daha fazla acı yayılmasına neden oldu.
O an sevgilisini, annesini, babasını gördü. Çok parlaklardı. Gülümsüyorlardı ve yanına gelmelerini işaret ediyordu.
.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・
*: Daniel Palmer, Akıl Oyunları.