Hayatta değer verdiğim iki insandan biri olan kızım korkunun vermiş olduğu kekemelikle yalnızca "Baba ! " diyebilmişti. Kızımın saçını okşuyor onu sakinleştirmeye çalışıyordum. Cevaplandıramadığım soruları kızıma sormaktan başka bir çarem yoktu fakat onu da daha fazla korkutmak istemiyordum. Tebbessüm etmeye çalışarak " Ne zamandan beri buradasın, annen nerede ? " diye sordum. Kızım konuşmak istemiyor, gözlerimin içine buradan gitmek için yalvarırmışçasına bakıyordu. Gözlerimizden dökülen yaşlar yüzümüzü ıslatıyor, vermiş olduğum mücadelenin bir nebze de olsa karşılığını almam sevinçten ağlamama neden oluyordu. Kızımı sorularla boğmak istemediğimden hiç konuşmuyor, ağzımı bıçak açmıyordu. Tek yaptığım şey kızımı göğsüme yatırıp saçlarını okşamaktı. Annesi gibi o da böyle sakinleşmiş , annesine benzediğini bana huyları ile belli etmişti. Çok bitkin görünüyor, uykusuz olduğu anlaşılıyordu. Saçlarını okşamamla beraber göğsümde uykuya dalmış, bana babalık duygusunu tekrar hatırlatmıştı. Kendimi bu berbat yerde olmama rağmen dünyanın en mutlu insanı olarak görüyordum. Mutluluğuma gölge düşüren tek şey karımın nerde ve nasıl olduğunu bilmememdi. "Kızım buradaysa, karım da buradadır" diye düşünüyor, yola devam etmem gerektiğini kendime hatırlatıyordum. Ya kızım ! Kızım benimle gelemezdi. Gördüklerim karşısında korkumu kontrol edemeyen ben, kızımdan nasıl korkmamasını bekleyip onu yanımda götürebilirdim ? Ya kızımı burada bıraktıktan sonra ölüm avcısı onu öldürürse ! Kararların en zorlusunu kızım hakkında vermeye devam ediyordum. Kızımı yanımda götürmem büyük riskti ve bu riski göze alamazdım. Ölüm avcısı, bu oyunu benim üzerime kurmuştu, öldürmek istese bile ilk benden başlardı. Beni öldürmeyen kişinin kızımı öldürmeyeceğine kendimi inandırmaya çalıştım. Emin olamasamda kararımı vermiştim, yola tek başıma devam edecektim. Gözlerimden dökülen yaşlar kızımın yanağını ıslatıyor, kırmızı yanakları gözyaşıma bulanıyordu. Vedalaşmak zorundaydım ve bu bana yapılan işkencelerin en büyüğüydü. Saçlarını usul usul okşayarak " Geleceğim kızım, anneni bulup yine geleceğim" diyebildim. Gözyaşıma bulanan yanaklarını birer kez öptüm ve oradan ayrılmak üzere ayağa kalktım.
Yaşarken ölmek dedikleri başıma gelmiş, gözüm arkada kalmıştı. Saçlarından elime sinen kokusu, ondan bana kalan tek şeydi. Gözyaşlarımı durduramıyor, kendimi toparlayamıyordum. İyi düşünmeye çalışarak " Karımı da bulup buradan çıkacağız " tesellesini kendime sunuyordum. Kızımın o odada tek arkadaşı, onun adını verdiğim oyuncak bebekti. Gözümden akan yaşları gömleğimin yırtılmış koluyla silerek yoluma devam ettim. En azından kızımın iyi olduğunu bilmek bana buradan kurtuluş inancımın artmasını sağlamıştı. Artık geride bıraktıklarımı değil, karşıma çıkacakları düşünmeliydim. Yirmi kapılı koridorda yürümeye devam ediyordum. Olduğum yerde hiç bir kapı yoktu ve bu benim yine görünmeyeni görmem gerektiğini düşündürmüştü. Koridorun sonu epeyce yürümeme karşın, belli olmamakta ısrarcıydı. Düz bir şekilde ilerlemeye devam ediyordum. Bir süre sonra koridorun sonunda, sağ üstte gizli bir geçidin olduğunun farkına vardım. "Gizli geçit" deyişimin sebebi, girişin duvara çakılmış tahtalarla gizlenmesiydi. Bu tahtaları çürümeye yüz tutmuş olduğundan kolayca alt ettim ve giriş yolumu engelsiz hale getirdim. Bu yol alt katta iken girdiğim labirent gibi dar ve kavisliydi. Yolu sürünerek geçmek en akılcı çözümdü ayrıca ayak seslerimin oluşturduğu gürültüyü en aza çekecekti. Bir müddet geçidin içinde sürünerek ilerledim ve gözlerimin istediği, ihtiyaç duyduğu şeyi görür olmuştum. Bu bir ışıktı ! Özlem duyduğum ikinci şeyinde -kızımdan sonra- karşıma çıkmış olması beni işkillendiriyor, bu oyunun bu kadar kolay sonlanacağını düşünmüyordum. Işığın kaynağına yaklaştığımda beni bekleyen görüntü hüsrana uğramama neden olmuştu. Çıkışın bu kadar kolay bunulabileceğini zaten düşünmüyordum fakat bu oyunun artık bitmesi gerektiğini istediğimden, aklım inanmadığım şeylere inanmam konusunda beni zorluyordu. Bu ışık sadece bir odayı aydınlatıyor benim kurtuluş ışığım ise tüm evreni -güneş- aydınlatıyordu. Işık kaynağı ile aramda bir karış vardı.
Gizli geçidin bitişinden yere doğru atladım ve odanın sınırları içine dahil oldum. Bu odada iyi şeyler görmeyeceğimi biliyordum fakat çıkışa giden yol mutlaka buradan geçmeliydi. Adımlarımı odanın merkezine doğru sıklaştırdım ve cesaretimi toplamaya çalıştım. Bir süre yürüdükten sonra gördüğüm şey odanın içine -uzun zamandır yapmadığım- kusmama neden oldu. Odanın sol tarafına sinmiş üç adet varil vardı ve her biri beni ayrı dehşete düşmemi sağlıyordu. Birinci varilde kesilen kollar, ikincisinde kesilen bacaklar ,üçüncüsünde ise kesilen insan kafaları bulunmaktaydı. O an anladığım kadarıyla cehennemin merkezine, ölüm avcısının yaşadığı yere düşmüştüm. Psikopat ruhlu cani, insan organlarını varillerde muhafaza ediyor ve bunları odanın çeşitli yerlerinde dekorasyon olarak kullanıyordu. Kesik insan başlarının arasından geçtiğim yolda da bu kafalar o karanlığı aydınlatmak için kullanılmış bir nevi dekorasyon görevi görmüştü. Gördüğüm bu dehşet kanımı dondurmuş, tüylerimi diken diken etmişti. Varillerin kapağını istemsizce açmamla beraber odanın atmosferine yayılan kan kokusu midemi kaldırıyor ve kusmama neden oluyordu. Orayı hızla geçmek istediğimden adımlarım kararlılığını yitirmişti. Bu büyük odanın içerisinde ilerlemeye devam ettim ve ileride gördüklerimi aratacak vahşiliğin olmadığını düşündüm. Bu kadar canilik yeterdi ve gereğinden fazlaydı. Odanın sola açılan bölmesinden içeriye adım attım ve kapıyı usulca kapattım. Burada ölüm avcısı beni haksız çıkartmış, gördüklerimin göreceklerimin yanında hiç bir şey olmadığının farkına varmıştım. İşkence oyununun baş kahramanları olan işkence aletleri bu odanın manzarasını oluşturuyordu. İlk gözüme ilişen çivili sandalye, vicdanımın bana açtığı mahkemeyi hatırlatıyor, işlediğim suçu bir tokat gibi yüzüme savuruyordu. Çivili sandalyenin yanında, ağız kısmı kana bulanmış elektrikli testere ve benim de acısını tattığım elektrikli sandalye bulunmaktaydı. Büyük bir dikkatle incelediğim odaya duyduğum merak, ne taraftan geldiğini duyamadığım ses sayesinde sıfırlanmıştı. Bu ayak sesleri ölüm avcısının olmalıydı ve bu sesler adeta benim için çalınan tehlike çanları idi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIK MAHZEN #Wattys2015
Misterio / SuspensoHayatta kalmak için ne kadar kan dökebilirsin ? "Yaşayan bir ölü gibiydim.Gözlerimden akan yaşları durduramıyor,kızım aklıma geliyordu.Babalık duygularından nasibini almış bir kişi olarak bu olay beni çok etkilemişti.Kendimi toparlamam süre aldı.El...