-Bölüm 6-

40 7 0
                                    

"Katiyen olmaz. Çalışacak başka yer kalmadı mı?" Anlamadığım bir şekilde öfke saçıyordu. "Oranın sahibi hayatımda tanıdığım en rezil insan. Hiç araştırmadın mı? Kimdir, neyin nesidir? Öğretemedik ki sana hiçbir şey. Yıllarca kime ne anlattıysak!"

"Dede rica ederim sakin olur musun? Ne alıp veremediğin var o adamla? Benim tek amacım çalışıp ayaklarımın üzerinde durmam. Seninde istediğin bu değil miydi?" Onun bu sinirine karşılık olarak daha sakin kalmaya çalışıyordum. Gerçekten ne yapmaya çalıştığını ya da ne istediğini anlayamıyordum. Aslında bu huyumu seviyordum. Ben de karşımdaki insan gibi öfkeyle kalksam konu asla bir yere varmazdı.

Sigarasından bir nefes çektikten sonra yavaşça dumanını üfledi. "Evet istediğim bu. Çalışman ve ayaklarının üzerinde durmanı istiyorum. Ama madem çalışacaksın doğru düzgün insanlarla çalışmanı istiyorum. Sürekli iş değiştirmektense sağlam bir yere gir ve yüksel." Kafasını cama çevirip kısık bir sesle "Süleyman denen o adamı oldum olası sevmem." Dedi. Duymayacağımı zannetti belki ama evde ikimizden başka hiçbir ses yoktu. Artık daha fazla dayanamayıp "Sen Süleyman Hancıoğlu'nu nereden tanıyorsun dede?" dedim. Bakışlarını bir anda bana çevirip "Nereden tanıyorsam tanıyorum. Çalışma onunla diyorsam çalışma. Daha neyi kurcalıyorsun?!" diye çıkıştıktan sonra sigarasını kültablasında söndürüp mutfağa doğru yürümeye başladı.

İletişim kuramıyorum. Dedemle asla ama asla iletişim kuramıyordum. Hep bir kin hep bir öfke! Sakin yaklaşıp onu yumuşatmak istediğim her zaman aynı tepkiyle başbaşa kalıyordum.

Geri döndüğünde eline gazetesini aldı, yakın gözlüklerini taktıktan sonra okumaya başladı. Bende mutfağa geçip kendime güzel bir kahve hazırladım. Kahvemi yudumlarken elime telefonu alıp internete "Süleyman Hancıoğlu" yazdım. Çıkan sonuçların genelinde "Bu yıl ki ödülün sahibi tekrar Hancıoğlu Şirketi oldu!" , "Hancıoğlu Şirketi çok büyük başarılara imza atıyor!" bu ve buna benzer başlıklar vardı. Hepsini teker teker okudum. Ne Süleyman Beyle ilgili ne de şirketle ilgili tek kötü bir haber okumadım şimdiye kadar. Araştırmamı bitirince Sılaya mesaj attım. "Süleyman Hancıoğlu nasıl biri?" Çok geçmeden cevap geldi. Telefonunu genelde elinden düşürmezdi. "Çok başarılı bir iş adamıdır. Ne oldu kuzum içine sinmeyen bir durum mu var?" Kahvemden bir yudum alıp "Aslında var. Yani yok. Yani şöyle..." yazdım ve yazdığım gibi geri sildim. Kafamda bir ton soru işareti varken cümle bile kuramıyorum. "Dedeme Hancıoğlu Şirketi ile görüşeceğimi söyledim ve deliye döndü. Süleyman denen adamla çalışmanı istemiyorum deyip durdu." En azından özet geçebildim. "Bebeğim deden hep aynı değil mi? Başka bir şirketle görüşmek istesen ona da bir şey bulurdu. Takma sen işi almaya odaklan" dedi. Aslında haklıydı dedem hiçbir şeyi, kimseyi asla beğenmezdi. Ona göre en mükemmel işi bulsam daha mükemmelini bulmam için laf ederdi.

Artık bu düşüncelerden kimin ne dediğinden sıyrılıp işime odaklanmalıydım. Daha doğrusu bu işi almak için odaklanmalıydım. Aslında beni geren dedem değil de Tuğçe'nin kendinden bu kadar emin ve işi kesin alacakmış gibi bir havaya bürünmesiydi. Güzelliğine ve kendine güvenmesi elbette hoş ama bende bir o kadar bilgilerime güveniyorum. Okuduğum dönemde tek amacım güzel bir ortalama ile mezun olmaktı. Ki öyle de oldu. Eğer bu deneme süresinde Tuğçe tarafından araya torpil girmez ise ben işi alacağıma inanıyorum. Sonuçta ajansta değil bir mimarlık şirketinde çalışacağız.

**

"Bir an olsun umudunu kaybetme benim güzel kızım." Hiç tereddüt etmeden sesin geldiği yöne baktım ve ağaca bağlanmış salıncakta oturan annemi gördüm ve koşarak yanına gittim. "Anne nerelerdeydin seni çok özledim!" diyerek boynuna atladım. Sımsıkı sarılmasını iliklerime kadar hissediyordum. Yüzümü avuçlarının arasına alıp "Kimseyi dinleme. Süleyman Bey çok iyi biridir ona güven." dedi ve beni bırakıp yürümeye başladı. "Anne nereye gidiyorsun? Bu kadar ayrılık yetmez mi? Ne olursun geri dön!" diye haykırdım ve dizlerimin üzerine çöktüm. Olduğu yerde durdu ve bana döndü. Gülümseyerek. "Söylediklerimi dinle. Çok güzel işler başaracaksın." dedi ve yürümeye devam etti.

Ter içinde yatağımda doğruldum. Gözümden akan yaşları sildim ama kendime hakim olamıyordum. Daha çok ağlıyordum. Uzun zamandır annemi rüyamda görmüyordum. O kadar güzel sarılmıştı ki ömrüm boyunca o rüyanın içinde yaşayabilirdim. Başucumda duran annem ve babamın beraber çekildiği fotoğrafı alıp sıkıca sarıldım. Tam o sırada çalan telefonuma gözüm ilişti. Tanımadığım bir numara arıyordu. Gelen aramayı açıp "Efendim?" dedim. "Ağlıyor musun sen?" Tanımadığım bir erkek sesiydi. Gözümden akan yaşları silip sesimi toparladıktan sonra "Özür dilerim numaranız kayıtlı değil. Tanıyamadım sizi?" dedim. "Ah doğru. Kusura bakma Sedef. Mert ben. Mer Hancıoğlu." dedi. "Efendim Mert Bey? Sizi dinliyorum bir sıkıntı mı oldu?" dedim. "Hayır hayır. Müsaitsen yarım saat sonra atacağım konuma gelebilir misin? Şu sizin deneme süresi ile ilgili konuşmak istiyorum biraz." Dedi. Allahım inşallah güzel şeyler konuşulur ve adam akıllı işime başlarım. Kendimden emin ve ağlamanın verdiği ruh hali ile hafifte kırık bir ses tonuyla "Mert Bey yarım saat sonra atacağınız konumda görüşmek üzere." dedim. Oda keyif almış bir şekilde "Görüşmek üzere." dedi ve kapattı.

Hemen yatağımdan fırlayıp güzel bir duş aldım. Hızlıca özen göstererek hazırlandıktan sonra konumda gösterilen kafenin önünde Mert Beyi beklemeye başladım. Tabi beklerken boş durur muyum? Ne dualar ettim.

Çok geçmeden Mert Bey arabasından inip yanıma geldi. "Merhaba Sedef. Dilersen geçelim içeri." dedi. Bu kadar kibar olması beni biraz şaşırtıyordu açıkçası. Hem şaşırtıyor hem de düşündürüyordu. Ya gerçekten çok güzel gelişmeler olacak ya da çuvallayacağım.

"Ne içersin?"

"Sade bir kahve alayım." dedim. Garsonu çağırıp ikimize de sade kahve söyledi.

"CV'in çok göz kamaştırıcı Sedef." dedi. Tebessüm ederek teşekkür ettim. "Beni düşündüren tek şey tecrübesiz olman." dedi. "Ben bilgimden ve kendimden eminim Mert Bey. Çok güzel çok başarılı eğitimler içerisinde yer aldım." dedim.

"Ben deneme süresini senin için olumsuz yönde ilerleyeceğini düşünüyorum." Kahvesinden bir yudum alıp gözlerimin içine ateş edercesine bakmaya başladı. Ateş edercesine dediysem de olumlu anlamda değil tabi.

"Sizi böyle düşündüren şey nedir Mert Bey?" diye sordum. "Tecrübesizliğin." dedi.

"Deneme süresi de bunun için değil mi zaten? Siz beni deneyeceksiniz ve eğer yapabilirsem seçileceğim diye düşünüyorum." Elleriyle çenesindeki sakalları ovuşturup "Hımm... Hazır cevap birde." dedi. "Hayır yanlış anlamayın lütfen, olanı ve düşündüklerimi söyledim. Ayrıca buna karar vermesi gerekenin siz olacağını da düşünmüyorum. Bunu şirkette değil de neden burada konuşuyoruz?" dedim sakin bir şekilde. "Sedef açık konuşacağım seninle. Geri çekilmeni istiyorum. Tuğçe benim kız arkadaşım. Aylardır ona bu işi ayarlayacağım konusunda vaatler verip durdum. Evet ortalaman herşeyin on numara fakat ben Tuğçe ile çalışmak istiyorum. Bu işi senin alacağından herkes emin. Bu yüzden seninle özel olarak konuşmak istedim." Kurduğu cümleleri tek tek kafamda ayrıştırmaya başladım. Herkes benim alacağımdan eminmiş. Fakat kız arkadaşı ile çalışmak istiyormuş. Bana göre saçma. Eğer başarılı olsaydı Tuğçe işinde, ben gelene kadar aylar içinde bu işe zaten girerdi. Sırf kız arkadaşı diye başarısız biriyle çalışmak isteyen biri işini gerçekten önemsemiyor demektir.

"Mert Bey üzgünüm ama teklifinizi..." cümlemi bitirmeden masanın üzerinde duran elimin üzerine elini koyup "Anlaşabiliriz Sedef.Lütfen." dedi. Elimi hızla çekip "Kahve için teşekkür ederim Mert Bey. Üzgünüm teklfinizi kabul edemem." dedim. Çantamı alıp masadan kalktım. Tam kafeden çıkarken içeriye giren Tuğçeyle karşılaştım. Duraksayıp delip geçici bakışlarını bana attıktan sonra sinirli bir şekilde içeriye girdi.

Sinirimi atmam için Sıla'yı aramaya karar verdim. Evde zaten sürekli bir kaos ortamı var bir de bu sinirle gitmek istemiyorum. Çantamı telefonu almak için açtığımda telefonu masanın üzerinde unuttuğumu farkettim. Üstüne bir de bu duruma sinirlenmiştim. Bir hışımla içeriye girip oturduğumuz masaya doğru ilerledim. Tam masaya varmama bir kaç adım kalmışken Tuğçe'nin "Nasıl ikna edemedin Mert? Gönder artık şu kızı!" diye cırladığını duydum. Kafasını kaldırıp beni görünce sanki hiç benden bahsetmiyormuş gibi "Selam!" deyip sinsi sinsi sırttı.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jan 08, 2020 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

SEDEFHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin