"ve bunun neden bu kadar önemli olduğunu büyükler asla anlayamazlar... benim için bu, dünyanın en güzel ve en hüzünlü manzara resmi. küçük prens'in dünyaya indiği ve ayrıldığı yer işte burası.
lütfen çok dikkatli bakın ve onu hafızanıza iyice yerleştirin. eğer bir gün yolunuz afrika'ya düşerse ve sahra çölü'nü geçerseniz, işte tam bu noktaya geldiğinizde lütfen biraz durun. yanınıza bir çocuk gelirse, yüzü gülüyorsa, altın sarısı saçları varsa ve soru sorulduğu zaman cevap vermiyorsa, anlarsınız kim olduğunu. o zaman, n'olursunuz, beni böyle üzgün bırakmayın, yine geldiğini yazıverin bana..."
filmin sonunda tekrar ve tekrar hayatımda izlediğim en güzel animasyon olduğunu hatırlamıştım. yüzüm belki biraz ıslanmıştır ama pek de umurumda sayılmazdı, saat on ikiyi geçti ve otobüstekiler çoktan uykuya dalmıştı. bildirimlerimi kontrol etmek için telefonu elime alıp ekranı açtığımda çok parlaktı, sonuna kadar kısıp gözlerim alışana kadar bekledim ve tekrar dikkatli baktım, annem aramış bir kez. büyük ihtimal uyuduğumu düşünüp tekrar aramamıştı.
ilk molayla filmin sonunu denk getirmiştim, bu güzel bir denklikti. dinlenme tesisine girmeden saniyeler önce annemi aramak adına verdiğim söz geldi aklıma ama saat geçti ve uyuyorsa uyandırmak istemezdim. ilk molamı verdiğimi haber eden bir mesaj atıverdim.
otobüsün içindeki ışıkları yaktılar ve yarım saat sürecek ilk molayı duyurdular, bu sırada insanlar yavaştan uyanıyordu.
gece gece dışarının serin olacağını biliyordum bu yüzden kucağımda yumak olmuş, üstünde iki üç minik damla olan benim için gayet bol hırkamı düzeltip giydim. telefonumu dizlerimin dibindeki fileli şeyden alıp pantolonumun cebine yolladım, sırt çantamdan satın aldığım atıştırmalık ve tilkili kurabiye kabını çıkarıp küçük poşete koydum. yerimden kalkmak için insanların geçmesini bekliyordum ve bir anlığına solumda kalan, tek başına yolculuk yapan uzun çocuğa kaydı gözlerim. böyle beklerken bakabileceğim başka bir yer yoktu.
aniden açılan ışıklardan dolayı yüzünü buruşturarak eliyle önce gözlerini ışığa siper almış sonra dağınık saçlarını bir de o hırpalayıp sonra düzeltmişti. bir anda sağına dönüp benimle göz göze gelmişti. zaten kendinden çekik gözleri uykulu haliyle hiç açılmamış gibi gibi görünüyordu. uyuşukça gülümsedi, ben de aynı şekilde karşılık verdim.
• • •
dışarıdaki soğuk havanın aksine sıcacık tesisin içinde çoktan kendime bir masa kapmıştım, cam kenarında bir yere geçmiştim. poşeti önüme aldım ve içinde çıkardı, annesiyle beraber yaptıkları kurabiyeleri... hırkasının büyük cebinden kulaklıklarını çıkardı.
"abartma jeongin salağı. okula gideceksin. ders çalış, çalış, çalış sonra hop evdesin. aman bir drama yapmazsın."
cipslerden küçük olanı açıp masaya koydum. kulağımda kulaklık bir twitterda bir instagramda takılıyordum, sonra youtubedan çıkıp tekrar youtubea giriyordum. arada ağzıma cips atıyordum. birden kulaklığım çekildi yine. ama hayır, bu sefer kulağının içinden alınmıştı. hareketliliği hissettiğim tarafa döndüğümde gördüm ki aynı çocuktu. bir dizi üstünde durarak kulağımdan çektiği kulaklığı kendininkine tutuyordu.
someone you loved, lewis capaldi.
kulağında kulaklıklarımın tekiyle duran uzun çocuğa baktım, o benden tarafa bakmıyordu ve yere odaklanmıştı. şarkıyı biliyordu, mırıltılarını duyuyordum.
"şarkıyı biliyorsun."
"evet, biliyorum. bu şarkıyı çok severim."
kulağından dikkatlice çıkardığı kulaklığı nazikçe bana uzatıp ayaklanmıştı, elimi uzatıp aldım elinden.
bir anda içimden onu beraber oturmaya davet etmek gelmişti, yalnız başına yolculuk yapıyordu ki bende öyleydim.
"cips! cips ister misin? kurabiyem de var... oturabilirsin aslında." cevabını bekledim, yüzüne bakıyordum direkt ve önümdekileri işaret ediyordum.
"ah, teşekkür ederim ama rahatsız olmana gerek yok. ben şurada bir masa görmüştüm bak boş, şurada."
gülümseyerek konuşurken bahsettiği boş masayı işaret ediyordu ama masada küçük bir kız oturuyordu, büyük ihtimal şimdi de yanına gelen orta yaşlı kadın annesiydi.
"sanırım artık boş değil?" az önce işaret ederken kaldırdığı elini ensesine atarak konuştuğunda ikimizde gülmüştük.
"teklifin hala geçerliyse..?" eli ensesinde duruyordu ve saçlarını karıştırıyordu.
"evet, şuradan bir sandalye çek de otur" yan masadaki sandalyeleri işaret ettim çenemle, o tarafa yönelip tek hamlede seslice çekiverdi bir tanesini. altına alıp oturdu, masaya yaklaştırdı iyice kendini.
"kurabiye?" elime reddedilemeyecek kadar güzel olanından bir kurabiye alıp ona uzattım, bu sırada kulaklıklarımdan birisini çıkartmamıştım ve şarkı çalmaya devam ediyordu.
"sağ ol, ben yedim zaten. sen ye."
"hadi ama, bak ben yaptım lütfen."
"gerçekten tok." sözü benim tarafımdan kesilmişti.
"seni duyamıyorum???" diğer kulaklığı da kulağıma götürüp onu duymuyormuş gibi davrandım. anlamaz yüz ifadesiyle baktığında işaret parmaklarımla kulaklıkları işaret ettim oturduğum yerden şarkıya ritim tutturdum, hareketli bir şarkıya geçmiştim.
"ama cidd." yine lafının ortasına daldım.
"duyamadım, bir şey mi diyordun???" bir yandan gülüyor bir yandan kulaklıkları gösteriyordum.
"tamam ver hadi, ver."
"aa demek öyle, bende duymuyordum işte seni kusuruma bakma." dalga geçtiğimde yine güldük, insanlar kocaman yapının içi yerine dışarıyı tercih edebiliyorlardı ve buranın boşluğunda en ufak kahkahamız yankı yapabiliyordu. elimdeki kurabiyeyi ona uzatıp kulaklıklarımı çıkardım.
"güzel mi? annemle yapmıştım bugün." ikiye bölüp bir parçasını atıverdi ağzına, tadını ölçüp tartıyor gibi gözüküyordu.
"bir şey söyleyeyim, aslında güzelmiş. bir tane daha alabilir miyim..? adın ne senin?"
"jeongin, senin?"
"hyunjin."
"hyunjin. kurabiye?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
şehirlerarası otobüs, hyunin
Fanficotobüs yolculukları sayesinde tanışan ikiliden birisi diğerini tesadüfen kendi okulunda ağırlıyordu. yaz tatilinin iki ayını burada geçirecek olan, olabildiğince derslerine çalışacak ve bunun yanında tatilini de harcamadan eğlenerek keyfini çıkaraca...