"zulama dokunanı öldürürüm." jisung tehditkar bir polismiş gibi ince parmaklarını silah şekline sokarak yanındaki hyunjin'e doğrultmuştu. "sıfır şaka."
yanında olduğum için kolaylıkla elimi bağdaş kurduğu bacaklarının dibinde duran muzlu sütüne uzattığımda göz ucuyla görmüş olacak ki, refleks olarak hızlıca bir eliyle bileğimi tutmuştu. diğer eli ise hala silah şeklindeydi ve bu sefer gülerek bana doğrultmuştu. "dün gelmiş olman sana torpil geçeceğim anlamına gelmez sevgili jeongin."
dudaklarımı büzerek en şirin bakışlarımı yollamıştım ama hala kötü polisi oynuyordu, öyleyse bende role girecektim. "bağışlayın beni efendim."
silahının ucu, parmak uçları çenemin kenarını okşuyordu. "güzel yüzüne çok yazık olacak, çok."
"bam! puuf." az önce kendisine silah doğrultan jisung gibi, hyunjin de onu taklit etmişti. bu sefer o, jisung'un başına dayadığı eliyle tetiğe basarak silahı ateşlemiş gibi ittirmişti.
benimle göz göze gelene kadar ciddiyetini korurken, onu ister istemez bu çocukça tatlı hareketleri karşısında gülerek izleyen beni gördüğünde etrafımızdaki bütün insanların ona odaklanmasını sağlayacak kadar büyük ama bir o kadar tatlı bir kahkaha atmıştı.
kahkahasını saniyeler içinde keserek aynı sahte ciddiyeti takındı ve jisung'a döndü. "öldün, çık."
"kurtuldum! zulan artık bizim!" küçük bir çocuk oynadığı oyunu kazanmış gibi sevinirken, "çak!" diye seslenerek elimi kaldırdım. parmak uçları ölü taklidi yapan jisung'a dönükken dikkatini çektiğimde normal hale gelmiş ve elime beşlik çakmıştı. eli elime değdiğinde sıcacık hissettirmişti. deniz kenarında kumların üzerinde oturuyorduk, işlek cadde arkamızda kalmıştı.
"yok bir de bayıl jisung." changbin iğrenir bir suratla gözlerini kısarak bizim tarafımıza bakıyordu. hyunjin, ben ve aramızdaki jisung. sonra gülümsedi. "sizi şebekler."
aramızda geçen konuşma esnasında minho, kafasına diklediği kutu kolasını bitirdiğinde metali yere atarak diğer beşimizin dikkatini üstüne çekti.
"otur otur bu ne böyle? sıkıldım." başını önündeki metal silindirden kaldırmadan bıkkınlık maskesiyle söylenmişti, sonra birden kafasını kaldırıp konuşmuştu.
"doğruluk mu? cesaret mi? oynuyoruz." birden sunduğu teklifi kimi kabul ederken kimisi itiraz ediyordu. bu oyun hiçbir zaman boşu boşuna oynanmazdı. ya çöpçatanlık yapılırdı ya da... eğer akıllıysa (bence zehir gibi bir kafası vardı) bu oyunu yediği tribe son vermek için kullanacaktı.
"bence güzel fikir." ilk başta atılarak kendi fikrini söyleyen hyunjin olmuştu. "öylece oturmaktan iyidir."
"fena mı eğleniriz işte." felix de uzattığı bacaklarını göğsüne çekerek olduğu yerden biraz ileri çıkarak yanıma yaklaşmıştı. "oynayalım ama çok da rezil etmeyelim birbirimizi."
"saçmalamayın isterseniz." changbin iki kolunu birbirine bağlamış ben yokum bakışları atıyordu. "ergenlikten çıkmadınız mı hala? cesaret diye onunla bununla öpüştüreceksiniz birbirinizi, yok öyle oynamam ben."
"aklımdan öyle bir şey geçmemişti ama güzel fikirmiş, kullanalım bunu." minho, changbin'e göz kırparak işlerin istediği gibi gitmesinin verdiği zevkten sırıtıyordu. olduğu yerden kalkıp tam benim karşımda bağdaş kurup oturdu, neredeyse bir daire olmuştuk. tabi changbin de yerleştiği kumlar üzerinden kalkmaya zahmet etseydi...
olduğum yerde dik durarak, "ben varım," dedim. "sizi tanımam için güzel bir fırsat olabilir."
"masum taraftan bakıyorsun ama katılıyorum, bence de güzel olur." yanımda ölü taklidi yapan jisung'u unuttuğumu sesini çıkardığında fark etmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
şehirlerarası otobüs, hyunin
Fanficotobüs yolculukları sayesinde tanışan ikiliden birisi diğerini tesadüfen kendi okulunda ağırlıyordu. yaz tatilinin iki ayını burada geçirecek olan, olabildiğince derslerine çalışacak ve bunun yanında tatilini de harcamadan eğlenerek keyfini çıkaraca...