Ürkek adımlar ile geri çekildi ufak cüsseli çocuk. Her zaman mutluluktan parlayan gözleri ışıltısını kaybetmiş, bunun yerine küçük inci taneleri gelmiş, yavaş yavaş süzülüyordu içine en güzel kahverengiyi sığdırdığı gözlerinden. Tükürüğünden ıslanmış alt dudağı titriyor, küçük hıçkırıklar bırakıyordu odaya. İçinde kalan son bir kaç küçük umut kırıntısını artık tamamı ile kaybetmiş, tüm hevesini yitirmişti bu acımasız dünyaya karşı. Annesi ona uzattığı kollarını çekmemiş ve daha bir yaklaşmıştı canından çok sevdiği oğluna doğru. Bunca yaşa ve tecrübeye rağmen çaresizliği iliklerinde hisseden kadının da bir bir dökülüyordu yaşlar gözlerinden. Eskiden mutluluktan akan bu yaşlar yerini üzüntüye, arı ve acı üzüntüye bırakmıştı. Duvarın dibine çöken oğluna yaklaşıp dizlerinin dibine oturup kollarına kapattığı başını okşamıştı derin bir şefkat ile, o hissetmiyor olsa bile...
Ağlamaktan şişen gözlerini zorlukla açmış ve ağrıyan başını tutarak doğrulmuştu üzerinde uyuya kaldığı geniş kanepeden. Çok olmasa da bir süredir bu durumu sık sık yaşıyordu. Adından 'öğrenilmiş çaresizlik' diyerek bahsetmişti çok sevdiği bir öğretmeni ders arasında. Şafak neredeyse sökmek üzereydi, mor ve siyahın en güzel tonuna bürünen gök yüzü yorgun bedene kucak açmıştı sanki biraz daha uyuması için. Saat neredeyse sabah altıya geliyordu. İş saatleri değiştiği için uzun zamandan beri annesi ona eşlik edemiyor, sabahları sıcacık bir sarılma ile kaldıramıyordu küçük bedenini oğlunun. Hâlâ saatin erken olmasını fırsat bilerek ayaklarını ona göre hâlâ yüksek gelen kanepeden sarkıtıp soğuk zemine basmıştı yavaşça. Gözleri hâlâ acıyor ve açılmamak için direniyordu sanki. Küçük elleri ile gözlerini ovuşturarak ayağa kalkmış yavaşça, kararan etraf ile elini kanepenin koluna koyarak eğik başı ile bir süre kendine gelmek için beklemişti. Dönen başı biraz olsun geçer gibi olduğunda tekrar doğrulmuş ve annesinin odasına ilerleyip kapıyı yavaşça aralayıp başını uzatmış, hâlâ uyuyor olduğunu gördüğünde büyük bir titizlik ile kapıyı kapatıp ses çıkartmadan annesinin yanına uzanmıştı. Duyduğu kıkırtılarla tebessüm ederek kollarını annesinin bedenine sarmıştı. Üzerine örtülen battaniyeden sonra boğazını temizleyerek mırıldanmıştı orta yaşlardaki kadın. "Üşümüşsün." Dedi, ardından ekleyerek. "Ayakların buz kesmiş sanki." Acı bir gülümseme yüzünde yer edinirken sessizliğini korumuştu küçük beden. Cılız bir ses alay eder gibi yükselmişti, "Öyle mi? Hiç hissetmemişim." Araladığı dudaklarını yavaşça kapatarak derin bir nefes almıştı Bayan Park, her şeye rağmen küçük oğlunun başını okşarken.
Çok küçükken, gittikleri bir hastanede 'yanlışlık' ile duyusal sinirleri zarar görmüş ve o günden sonra neredeyse hiç bir şey hissedememeye başlamıştı küçük beden. Önce parmakları uyuşmaya başlamıştı, sonra kollarına ve bacaklarına yayıldı yavaşça. Günden güne tüm duyuları işlevini yitirdi. Hiç bir acıyı, hiç bir sıcaklığı hissedemez olmuştu. İlk başlarda bunun Analjezi hastalığı olduğunu düşünseler de küçük çocuğun gerçekten bir şey hissetmediğini anladıkları zaman Bayan Park yıkılmıştı içten içe. İlk başlarda etraflarındaki kimse fark etmese de hayatlarına uzun süreli konuk olan insanlar anlıyordu küçük çocukta ki tersliği. İnsanların dokunuşunu da hissetmiyordu, çevresindeki cisimleri de algılayamıyordu. Etrafındaki nesneler onun için tek düzeydi. Her şeyi özlemişti fakat en çok annesinin bedenindeki ellerini ve aynı onun gibi küçük kedisinin yumuşak tüylerinin elinde bıraktığı hissi özlemişti. İnsanlar sarılıp sarmalanmaya ihtiyaç duyar ve bununla güç bulurdu, küçük çocuk asla böyle bir şeye sahip olamadı bir daha. Birinin ona sımsıkı sarılması nasıl bir his unutalı yıllar oluyordu.
Aklına dolan anılardan sonra bir damla yaş süzülerek dolgun dudaklarını bulup ıslatmış, yoluna çenesinden devam etmişti küçük bedenin. Buruk bir gülümseme sunup burnunu çekerek doğrulmuştu. Annesi elini sırtına koyarak sıvazlasa dahi bu küçük beden için pek bir şey ifade etmiyordu. Cildi sanki kabuk tutmuş tüm sevgiyi, dokunuşları kalbine ulaşmadan emip ona koca bir hiçlik sunuyordu. Yataktan inerek annesine dönüp her şeyin yolunda olduğunu belli etmek istercesine gülümsemişti. İkisi de oldukça iyi bilse dahi kimse konuşmuyor, acıları konu etmek istemiyordu. Evet, hiç bir şey hissetmese dahi kalbi ona fiziksel acıdan çok daha ağır bir acıyı hissettiriyordu. Dilini dudaklarında gezdirdikten hemen sonra büyülttüğü gülümsemesi ile annesinin üzerindeki battaniyeyi düzeltmişti mırıltılarıyla. "Saat henüz erken. Biraz daha uyu lütfen. Bu gün erken gideceğim."
Oylarınızı esirgemeyin!🧡
