Mihrimah çocukları Hümaşah ve Mehmed'i de alıp yola koyulmuştu. Zira bu hayati bir meseleydi. Eğer hanedanda şehzade kalmazsa... Mihrimah Sultan bu ihtimali geldiği an aklından çıkardı. Gerçi şehzadeler de henüz küçüktü. En büyükleri olan Murad henüz on altı yaşındaydı. Eğer ölmezse tahta çıkacak ve diğer kardeşlerinin katline ferman verecekti. Tabii hala yaşıyorlarsa...
Tahta çıkma ihtimali en düşük olan, Şehzade Abdullah'tı. Zira daha üç yaşındaydı. Diğer tüm şehzadeler ölse bile Abdullah büyüyene kadar birisi Saltanat Naibi veya Naibesi olarak bir süre devleti onun yerine yönetecekti. Tabii, bunlar daha, iyi ihtimallerdi. Onların dışında başka şehzade yoktu. Diğer şehzadelerin oğulları şehzadeler ölür ölmez katledilmişti. Sadece kızları yaşıyordu.
Mihrimah'ın yolu bir ormandan geçiyordu. Orman yemyeşildi, ağaçlar güneşin içeriye tam girmesini engelliyorlardı. Kuş sesleri, papatya, gül, lale kokuları satıyordu her bir yanını. Araba yerdeki çakıl taşlarıyla sallana sallana giderken Mihrimah Sultan dışarıya bakıyordu. Gözleri dolu doluydu. Kardeşi ve yeğenlerinden başka hiçbir şey düşünemez olmuştu.
Yanında çocukları, Ferhat Ağa ve Lale Hatun vardı. Üç yaşındaki oğlu Mihrimah Sultan'ın hemen yanında koluna yaslanmıştı. On yedi yaşındaki kızı Hümaşah ise hemen kardeşinin yanındaydı.
"Validem..." diye fısıldarcasına konuşmaya başladı Hümaşah Hanım Sultan."Eğer, hanedanımızda şehzade kalmazsa, ne olacak? Hünkar dedemden sonra tahta kim geçecek?" sesinden onun da endişeli olduğu anlaşılıyordu.
Her ne kadar yaşı küçük olsa da bütün olanların farkındaydı. Öyle bir felaket olması durumunda Sultan Süleyman ölür ölmez Kırım Han'ı tahta geçmek için her şeyi yapardı.
Mihrimah kızına şefkatle bakıp zorlukla bir tebessüm bırakarak başını okşadı.
"Hümaşah'ım, benim güzel kızım. Böyle şeyleri düşünmek için daha çok küçüksün. Bir hal çaresi bulunur elbet." dedi ve başını tekrar pencereye doğru çevirdi.
Aslında o da çok endişeliydi. Bu konu payitahta ulaşana kadar kafasında dönüp durdu ve tek bir çıkar yol bile bulamadı. Hanedan-ı Osmaniye, şehzadelerin hayatlarına bağlıydı.
Topkapı'ya ulaştıklarında vakit çoktan akşam vaktini geçmişti. Ferhat Ağa önce inip Mihrimah ve Hümaşah Sultan'ın inmesini yardımcı oldu. Kimseye haber vermedikleri için Saray'ın bahçesi bomboştu. Mihrimah Sultan bahçedeki temiz havayı içine çekti. Sarayını gerçekten çok özlemişti. Tıpkı eskisi gibi her yanı meyveli ağaçlar, mis kokan çiçekler sarıyordu. Buraya son gelişini hatırladı Mihrimah Sultan birdenbire. Validesinin ölümünü... Biraz ilerledikten sonra Sümbül Ağa'yı saraya girerken gördü. Oldukça telaşlı ve ne yapacağını bilmez bir hali vardı Harem Ağasının. Mihrimah Sultan seslendi.
"Sümbül! Sümbül!"
Sümbül Ağa kafasını çevirmesiyle birlikte Mihrimah Sultan'ı görmüştü. Koşar adımlarla yanına geldi Mihrimah Sultan'ın.
"Sultanım..." diye reverans yaptı Sümbül önce. Sonra da sordu.
"Sultanım, ne zamandan beri buradasınız? Neden bizim bundan haberimiz yok. Cürretimi bağışlayın, olsaydı gelişiniz için bir hazırlık yapardık."
"Normal Sümbül." dedi Mihrimah yatıştırıcı bir ses tonuyla.
"Kardeşim ve yeğenlerimden sonra sarayımda kalamazdım. Hünkarımıza haber vermek isterdim ama zamanım yoktu. Dediklerine göre, kardeşim bir gün daha yaşamazmış." dedi. Son sözüne doğru sesi içine kaçsa da cümlesini tamamlayabilmişti Mihrimah.
Bunu demesiyle beraber Sümbül'ün gözleri yaşardı, öyle hüzünlü bakıyordu ki Mihrimah'a acı içinde bir fısıltıyla;
"Çok geç Sultanım..." diyebildi.Mihrimah Sümbül'ün bu sözüyle beyninden vurulmuşa dönmüştü. Tepki bile veremiyordu. Bunu gören Ferhat ve Sümbül ise Mihrimah'ın kollarından tutarak destek olmaya çalışıyorlardı. Ferhat Ağa
"Sultanım, hayli geç oldu. Saraya girelim hadi." diyerek Mihrimah'ı saraya doğru götürdüler.Validesi için üzülen Hümaşah'sa "Metanetinizi koruyun Validem. Her işte bir hayır vardır." diyerek bir yandan Mihrimah'ın arkasında yürüyor bir yandan da onu teselli edebilecek sözler arıyordu.
Sümbül Mihrimah'ı hareme götürdüğünde Mihrimah neredeyse validesini görmek isteyecekti. Sözler boğazında tıkılı kaldı, yutkundu. Validesi birkaç yıl önce ölmüştü zira. Mihrimah bunu hatırladığında kalbine bir öküz oturmuştu. Artık yapayalnızdı.
Şehzade Selim'le son yıllarda yaşadıkları husumeti düşündü. Çoktan pişman olmuştu bile. O onun kardeşiydi. Daha da kötüsü, Mihrimah Selim'in ablasıydı. 'Keşke ona daha çok destek olabilseydim' diye düşündü Mihrimah kalbindeki pişmanlıkla. Selim'in teşhisi bir ay önce konmuştu fakat hastalığın daha önce vücuduna zürur ettiği apaçık ortadaydı. Oldukça ilerlemişti. Mihrimah Selim'in yanına gitmek istemiş fakat hastalık bulaşıcı olduğu için gidememişti. Oradaki herkes kontrol edilmiş, hastalığı taşıyan hatunlar, kalfalar, ağalar ve paşalar öldürülmüştü. Neyseki orası payitaht değildi. Çok fazla paşa yoktu. Sultanların ve şehzadelerin ise hastalığı taşıyanlar Selim'in sancağında Selim'le kaldılar. Hastalığı taşımayan sultanlar payitahta döner dönmez orası karantina altına alınmıştı.
Hareme girer girmez bütün cariyeler ayaklanıp Mihrimah Sultan'a reverans yaptılar.
Mihrimah Sümbül'e "Neslişah, kardeşim, nerede?" diye sordu. Son olaylardan sonra tek kalan kardeşi Neslişah'tı. Neslişah da aslında Selim'in sancağında kalmasına rağmen bir yıl önce dönmüştü ve hastalığı taşımıyordu. Eğer bir, iki ay daha kalsaydı... Bunu düşünmek bile istemedi Mihrimah. Zihnini temizleyip Sümbül'ü dinledi.
"Sultanımız odalarındalar Sultanım."
"Beni ona götür. Babama da geldiğimi haber ver. Ben yarın onun yanına giderim." dedi Mihrimah keskin bir dille. Zira artık bu işe el atmanın vakti geldi de geçiyordu.
-----------------------------------------------------------
Hellööööö, umarım bölümü beğenmişsinizdir. Bu bölüm sonunda karışıklık çıkmaması için hanedanı biraz anlatacağım.Normalde bir sultanzadenin asla ama asla tahtta hakkı yoktur. Hatta bir sultanzade veya hanım sultan (padişahın kızının kızı) hanedan dışından biriyle evlenirse çocuğu hanedan üyesi bile sayılmaz. Aslında başka hanedanlarda (İngiliz hanedanlığı, Avusturya hanedanlığı gibi) gerektiğinde devletin başındaki kişinin kızı veya kızının oğlu gibi kişiler tahta geçebiliyor fakat Osmanlı'da durum dediğimiz gibi değil. Osmanlı'da şehzade kalmaması durumunda tahta çıkacak kişi Kırım Hanı'dır.
Ancak Kösem Sultan ve Turhan Sultan çocukları yerine onlar büyüyene kadar birkaç yıl saltanat naibeliği yapabilmişlerdir. Her ne kadar devlet yönetiminde belli bir zamandan sonra etkili olsalar da hiçbir hanedan sultanı veya padişah eşi tahtta padişah olarak yer alamamıştır.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Neslişah Sultan
Ficción históricaHanedan-ı Osman büyük tehlike altındaydı. Zira Sultan Süleyman'ın hayatta kalan tek oğlu Şehzade Selim ve onun oğulları ateşli bir hastalık sonucu hayatını kaybetmiş, hanedanda başka şehzade kalmamıştı. Sultan Süleyman ise hayatının son demlerini ya...