altıncı bölüm

217 22 168
                                    

|buluşmamızın kanıtı: yara|

Minik terasın alçak tahta kapısı gıcırdayarak açılırken ikilinin kulaklarını gıdıklıyordu. İlkbahar akşamı hafif esintili, lacivert gökyüzünde belli belirsiz lekeli bulutlar, inci gibi parlayan nokta kadar yıldızlar göğü süslüyordu.

Yaklaşık 2 kişilik olan tahta suntalı, büyük minderlerle donatılmış terasa geçtiler. Meliodas, elindeki iki bira bardağını dökmemek adına çaba sarf ediyordu. Ban ise o umursamaz tavrı ile elleri cebinde ancak bir yandan sırıtarak manzaraya bakıyordu.

Köyle iç içe olan doğa göz alıcıydı. Zıtlıkların birbiri ile uyumu olan yin yang gibiydi. Köyün sarı ışıklarının altında sakin sokaklar, evlerden gelen akşam yemeğinin habercisi çatal kaşık sesleri, bir yandan bara gelen müşterilerin muhabbettleri; biraz kafanızı çevirdiğinizde tarladaki uzun otların esinti ile sallandığında çıkardığı hışırtılar, nehrin kulakları adeta eriten sesi ile çok güzel manzarası vardı.

Ban, minderlere uzun gövdesini fırlattı. Oturur oturmaz ellerinin kafasını arkasında birleştirip, rahat pozisyona geçti. Meliodas da arkasından yanına yerleşip elindeki bardakları ikisinin ortasına koydu.

"Minik balkonumdan, bu eşsiz manzarayı ayaklarının altına alıp seyredalabilirsin." dedi Meliodas gözünü manzaradan ayırmayarak.

Ban, gözlerini gökyüzünün uçsuz bucaksız yolculuğu andıran sonsuzluktan çekip dikkatini Meliodas'a yönlendirdi.

Sarı uzun saçları, ayçiçeklerini güneşe küstürecek kadar güzel; yemyeşil gözleri yaprakların sararmasına neden olacak kadar kusursuzluktaydı. Kendisi gibi minik dudakları gülümsüyordu her daim, hüzüne yer yoktu. Minik gövdesinin içinde her bir acıyı saklıyordu. Maskesi idi: gülümseme.

Ölümsüz olsam dahi, yanı başımda olan manzarayı seyretmeyi yeğlerim,  diye düşünüyordu Ban, Meliodas'ın sözüne karşılık.

Meliodas, bir karış ötesinde dar alanda olan kendisini seyreden yüzün varlığını hissedip hoş bir tınıyla ürperdi. Sözünün karşılığındaki sessizlik, onu daldığı yerden gerçekliğe geri getirmişti.

"Nerelere daldın öyle bakalım? Aa, olmaz öyle! Benle vakit geçirmek istedin, karşılığında susacağını bilseydim; Hawk ile birlikte müşteri peşinde koştururdum." dedi Meliodas kaşlarını çatarak. Sitemini belli etmek için çaba sarf etse de gülümsemesini yüzünden silmeyi unutmuştu. (Sevimli şey seni seni)

Ban, karşısındaki bu sevimli oğlana karşı kahkaha attı. Sesi, bardan gelen uğultuya karşılık çok tezat bir şekilde ayrılıyordu.

"Seyredaldığım yerden ayrılamadığım için karşılık veremedim." birasından bir yudum alırken, Meliodas'ın pembeleşmiş yanaklarını fark etmemişti. Ardından, "Hem, seni daha iyi tanımak istiyorum,  bayım." dedi Ban.

Sesi adeta kadifemsi yumuşaklıkla kulaklarımı gıdıklıyor, diye düşündü Meliodas. Ardından bu düşüncenin ona alışagelmedik yanı ile şaşırdı.

"Buyurun, o zaman hazırım. Zor olmasın sorular." dedi Meliodas göz kırparak.

"Prensesten sonra hiçbir ilişkin oldu mu?" diye bir sual yönelten Ban, her zamanki sırıtışını yüzüne yerleştirmişti.

Meliodas, konunun Elizabeth'e gelmesini bekliyordu. Gülümseyip, "Hayır olmadı, ya senin öl-" cümleyi tamamlayamadı, sarışın oğlan. Sessizliğe büründü, ne yani bir anda ölmüş olan sevgilisinden konu açamazdı ki. Her ne kadar, karşısındaki Elizabeth'den bahsetse de o ölmemişti.

günah birası | ban • meliodasHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin