BİRİNCİ BÖLÜM
Dedemin çok güzel bir sözü vardır;
"Büyük umutlar, büyük fay hatlarıdır. En ufak umutsuzlukta birer deprem olurlar."
Küçük olduğum için sözün kıymetini idrak edememiştim ancak şimdi dedemi o kadar iyi anlıyorum ki...
Yaşadığın sürece hep beni daha iyi görmek istedin, hep benim iyiliğimi düşündün. Ancak ömür denen bela bunu sana ne yazık ki gösteremedi. Huzur içinde yat.
Ben bu satırları kaleme alıyorken güneş çoktan batmış ve hava yavaş yavaş kararıyor. Karanlıklaşmaya başlayan gökyüzünde batan güneşin kırıntıları da yok olmaya başlamışken elimde bir kağıt, bir kalemle balkonumdan uzaklara bakıyorum. ,
Manzara çok güzel, batan güneşin verdiği o zarif ama zayıf sarı ton balkonumun manzarasındaki o uzak gökdelenin en tepesine vurmuş. Gökdelenin arkasında güneşin uğramadığı yeşil topraklar da zarif ama zayıf güneşin batan sarı ahenginden nasibini almıştı. Ben bunları yazarken çoktan kaybolmaya başladı bile. Bu görüntüyü bir daha göremeyeceğim belki ama bir kere görmem bile bir ömür yeter bana.
***
Hava soğumaya başladı, üşümeye hatta titremeye başladım. O sarı zarafet de yok olmuş havanın iyice siyaha dönmesine ramak kalmıştı. Bir İngiltere, bir Fransa'yı andırıyordu gökyüzü. Geçmişi meydanda ama geleceği meçhul...
Ben de şu an hayatın bir parçasına dahil olabilirdim. Ben de umutlarımın hâkimi, kaderin kadim dostu olabilirdim. Beni bunlardan mahrum bırakmış tek şey; kullanmayı öğrenemediğim hürriyetimdi.
Büyük hayal ve umutlarla hayat yarışına başlamıştım ancak yarışın yolu günden güne meçhule çıkıyordu. Virajlar, patikalar, hendekler önümü kesiyor, geçit vermiyordu. Umudum yıkılmış, içimde dehşet depremler olmuştu. Çocuk sayılacak yaşta kendimi hayatın ortasında bulmuştum. Yıkılan hayallerin enkazında kaybolmuştum.
Şu an birer polis olup aksiyon filmlerindeki gibi birilerini kovalıyor olabilirdim. Ya da herhangi bir şirkette yönetici olup hayalimdeki ülkelere seyahat ediyor olabilirdim. Ya da ünlü bir düşünür olup fikirlerimi halka açabilirdim. Ancak hiçbiri değilim ve asla olamayacağım. Ufak ve düşük yaşamımı kötü şartlar altında geçirip, basit şeylerle oyalanıp, aptalın tekiyle evlenip, vaktim gelince de öleceğim. Bir şeyler yapmazsam bunların hepsi olacak ve acınası hayatım kâbusum olacak. Bu zinciri kırmak için bir şeyler yapmam lazım. Bu esaretten kurtulmak, cezaevinden çıkmak için harekete geçmem lazım. Bir kumrunun baharı beklemesi gibi ben beklemeyeceğim ve etrafımdaki zavallı ve dar kafalı insanlar ne derse desin, şartlarım ne koşulda imkansızlaştıkça imkansızlaşsın, bütün kapılar kapansa da birer birer, bütün yollar tıkansa da umutlara, bütün acılar krizlere soksa da beni, büyük kederler esir alsa da bu bedeni, ben hayallerimin peşinden gideceğim. Bir gün bu esaretten kurtulacak ve yüzümü aydınlığa çevireceğim.
Biliyorum, meraklısınız. Beni bu duruma koyan sebebi öğrenmek istiyorsunuz. Hepsini anlatacağım, hepsini. İçtiğim kahveden, kestiğim tırnağa hepsini anlatacağım... O günlerde bilemesem de bugün hayatımın en güzel günleri dediğim günlerden bu günlere gelişimin hepsini öğreneceksiniz.
Bugüne kadar belki de yaptığım en güzel şey biraz sonra okuyacaklarınızı kaleme almış olmamdır. Belki bu kitabı kafanızı dinlemek için okuyacaksınız, belki güneşli bir havada deniz misali gökyüzü eşliğinde çimlerde uzanmış bir şekilde okuyacaksınız. Belki de mahalle kütüphanesinde diğer ışıltılı kitapların yanında solgun, eski, kırışık bir kitap dikkatinizi çekecek ve merak edip okuyacaksınız. Belki de siz bunları okurken ben de hayallerimin peşinden koşabileceğim.
