TUNA

14 4 0
                                    

Gün ışığının alelade dolmasıyla tuğlaları nereden baksan yıpranmışlıkla yerle yeksan olmuş odaya, zeminin tozlu ve gri rengi belli etti iyiden iyiye kendini. Odalardan gelen çıtırtıların nedeni olan gazete parçaları saçılmıştı bir kadın yüzünü çevreleyen saçlarını okşaması gibi rüzgarın. Belli belirsiz dağılıyordu her dokunuşunda o kan kızılı saçlar her bir karesine odanın. Dizine yaslayıp okşanılası bir oda bu. Öylesine içinde yaşanmış bir yer, tavanlarında ayak izleri, zemininde öpüşmeler.
Neresine dönsem kapısı olmayan bu evin her bir odasında bir hatıra karşıladı ayakta beni. Her bir odasında bir intihar gizli.

Öylesine bir yerdi ki, ne bir saat vardı ne bir takvim yaprağı bize zamanı belli eden, zamandan ve mekandan arınmış bu yer sanki dünyanın rahmi idi. Bir duvarından zeminine kadar giden tırnak izleri, bir köşesinden diğer köşesine kadar akan kurumuş kan lekeleri öylesine güzel süslemişti ki odanın ışık giren tenini, baktıkça ülperen tüylerimi ancak eski tozlanmış hatta tozlanmaktan duvarın rengi ile bütünleşmiş bir çerçevede bulabildim.

Duvarda öylece asılı, küçücük camı kırık bir çerçeve. Tam ortasında duvarın. Öyle ayan beyan, korkusuzca duruyordu ki adeta süslüyordu yerini. Bulunduğum köşeden çerçeveye doğru her bir adımım da çekinir oldum. İçerisindekiler her an çıkıp bana kızacak gibiydi! Sanki ev sahiplerinin hepsini bir fotoğrafa sıkıştırmışlar, orada durup gelen geçeni izliyorlar gibi. Kendimi o kadar savunmasız hissettim ki. Bir boşlukta gibiydim. Yaklaştıkça kalbimin atışları göğüs kafesimden çıkarak etrafa dağıldı. İncecik parke çizgilerinden düşüp dünyanın dibine erişecektim neredeyse az kalsın! Son bir adım, bir adım daha derken burun buruna geldik kalabalık ev sahipleriyle. Kalabalık. Nereden baksan 8-9 kişi. Hepsi hırçın bir nefretle bakıyor göz bebeklerime. Alacaklılar. Alacaklı gibiler işte. Öyle derin bir canlılık, öyle içten bir kin ve öfke. Bu öfke beni boğuyor. Soluk alıp veriyorlar sanki kırılan yerinden çerçevenin. Ben ise onların her bir nefesinde küçülüyorum. O gözler ki yaşayanlarda yok. Birbirlerinin yanlarına ve önlerine duran bu kişiler, sanki benim buradan apar topar gitmemi ister gibiydi. Gözlerimi bir an bile kaçırmaya cesaret edemedim o fotoğrafı gördüğümden beri.

Sonra bir ses geldi.

İncecik bir sesti bu. Gözlerimi bir anlığına kaçırdım çerçeveden, önce hemen yanımda duran tahta kapı çerçevesinden görünen diğer odalara, sonrasında ise dönüp tam arkama baktım. Hiçbir şey yok gibiydi. Benden ve onlardan başka hiçbirşey. Tekrar gözlerim onlara döndü. Bu kez göz göze geldiğimde kibirle gülümseyişlerini gördüm, bu sanki bir yılan deliğine düşen farenin arkasından gülen diğer fareler gibi. Gözlerine tek tek baktım yeniden hepsinin, mat ve alabildiğine koyu gözler. Son bir adım bekliyorlardı benden sanki, bir adım daha beni içlerine çekebilmek için. Bu çekim kuvveti ki; bir kasırgada görülebilirdi ancak, ayaklarım sürüklenir gibiydi onların cehennemine, rüzgarın şiddetini arttırmasıyla yaz ortasında üşüyordu tenim. Bilseniz nasıl yaşıma rağmen çocuk gibiydim karşısında onların, ben böyle bir otoriteyi, ben böyle bir gerçekliği ne bu dünyada ne başka bir fotoğrafta görebildim.

Ardından bir kıkırtı duyar gibi oldum, karnı gıdıklanan çocuklardan gelen bu ses birer birer geri çekilmemi sağladı bu lanet evden, kafayı yiyecek gibiydim. Buraya nereden ve nasıl geldim? Burada ne arıyorum? Ne yapmam gerekli? Nasıl gidebilirim buradan bu odalardan birinde yok olmamak için? Beni gittikçe bir karadeliğin içine sürükleyen bu oda, kendimi yıllar önce ölmüş yıldızlar gibi hissetmeme neden oldu. Çünkü ancak bir yıldız ki kendini bu kadar ölü hissedebilirdi. Gelen kıkırtılara kulak vermeden edemedim, madem ki gidemeyeceğim bu kapısı olmayan cehennemden, o zaman daha da içine girmeliyim.

ÖTEKİSİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin