5. Bölüm;
'Kadın, hayata küstü...'
Hayat.
Acımasız hayat.
Hayat insanlarla, kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor.
İnsan kolay öğrenemiyordu susmayı. Acımadan, yanmadan, kör kuyularda kaybolmadan öğrenilmiyordu sessizlik.
Karamsarlık doğuştan değil hiç birimizde. Öğretiyor hayat. Yaka yaka, vura vura öğretiyor.
Çeresizliğin dibine vurunca insan susmayı, kaybolmayı, kabullenmeyi, görmezden gelmeyi, evet-tamam-olur, hadi buna da eyvallah demeyi öğreniyor. Sineye çekmeyi, içi yana yana susmayı öğretiyorlar insana.
🍀
Dilber'in aynada gördüğü tükenmiş, zavallı kadına bakarken içi acıdı. Kadın mıydı? Kendini kadın gibi hissetmeyeli öyle uzun zaman oluyordu ki. Ona göre kendisi anne ile hizmetçi arasında bir yerlere sıkışıp kalmış naçizane bir kuldu.
Kayınvalidesinin emrivakisinin üstüne, küçük görümcelerinin de yardımıyla güzelce giyinmiş hazırlanmıştı. Ne hazırlanmak ama. Her zaman giydiği bir kalem etek ve işlemeli bir penye üstünde renkli boncuklar olan uzun bir yelek. Olmazsa olmazı bileklerini süsleyen altın bilezikleri.
Hazar'ın da kıyafetlerini hazırladığında o da odaya gelmişti ve Dilber sessizce bir köşede onun hazırlanışını izlemiştin. Narin için hazırlanıyor diye de kendini yedi genç kadın.Yemez mi insan? Bile bile ateşe yürür mü insan? Yürüyordu işte kadın. O yangınlardan kimsenin haberi yoktu ki. Kime soracaktı hesabını? Kimden alacaktı cevapları? Dört duvarın içinde, altın kafesinde ordan oraya çırpınıp duruşunu ancak izlerdi insanlar.
Haznedar konağına girdikleri andan itibaren diken üstünde hissetti kendini. Narin'in etrafında, yakınında durdukça kötü enerji bedenini sarıyor öfkesinin bedenini ele geçirdiğini hissediyordu. Herşeye rağmen sessizliğini sakinliğini korumayı başarmalıydı. Kollarının altına sığınan üç güzeller güzeli yürek için.
Görmek, inanmak istediğinin aksine Ahugüzar çok tatlı bir kızdı. Anlaşıldığı kadarıyla da Hazar'la da işi olmazdı. Belki çok yaşamamıştı Dilber fakat çok şey görmüştü. Saf köylü kızı içinden çıkalı yıllar olmuştu. Tecrübenin verdiği bir bilgelik vardı hislerinde. Ahugüzar hayatının baharında dalından zamansız koparılmış tezecik bir çiçekti. Genç kızın çocuklarına olan yakınlığı da dikkatini çekti Dilber'in. Küçük kızı Dilem bir an olsun Ahugüzar'ın yanından ayrılmıyordu.
En iyisini bilmez miydi çocuklar? Sevildiği yerde dururlardı. Onları üzen, kıran, hırpalayan insanlardan uzak dururlardı.
Bir ara Narin'in aksine yakın olduğu kız kardeşi Berfin ile sohbet etti. En küçük eltisi Kardelen'in arkadaşı olan kızla düğünde tanışmışlardı. Narin'in kardeşi olduğunu bilmeden yakınlaşmış, konuşmaya başlamışlardı. Daha sonra da Berfin'in Kardelen'i ziyaretlerinde onlarda görüşmeye devam etmişlerdi. Dilber kindar bir kadın değildi. Narin yüzünden çektiği acıların biletini Berfin'e kesecek bir kadın hiç değildi. Berfin tatlı bir kızdı. Sokakları da insaların kafaları gibi dar olan küçük bir memlekette yaşıyorlardı. Az çok herkes birbirini tanır, bilirdi. Berfin'in nam-ı değer şanını elbette biliyordu ama kızın içindeki şeytanlığa inanmıyordu. Ona göre herkesin kendince bir çeşit kendini koruma mekanizması vardı. Berfin'de sadece kendini korumaya çalışan bir kızdı. Belki etrafına verdiği zararları şimdilik göremiyordu ama ne yinede genç kızın içinde bir kötülük olduğunu düşünmüyordu.
Dilber'in beklediği kadar kötü geçmedi akşam. İçten içe bunun sebebinin birazda eski Narin'den eser kalmayışına bağlıyordu. Nerde küçük dağları ben yaratım havasında gezen Narin, nerde üzerine kuma gelmiş kısır gelin. Her daim bakımlı ve gösterişli kadın gitmiş yerine bambaşka biri gelmişti. Elbette bundan mutluluk duyduğu filan yoktu. Ama hiç birimize olmaz mı? Hayatımızı yakan insanın biraz da olsa yaptıklarının bedelini ödemesi hoşumuza gitmez miyiz. Dilber iyi bir insan olabilirdi. Sonuçta o da beşerdi. Hepimiz kadar onun içinde de olan şeytani kırıntılar kabul edilebilirdi. Hadi ama hangimiz sevinmezdik ki sonuçta ilahi adalet diye bir şey var değil mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇELİŞKİ-İKİ YABANCI
General FictionÇELİŞKİ-İKİ YABANCI Öyle yaman bir çelişkiydiki onun aşkı; sevdasının dorukları uçsuz bucaksızken ihanetin acısı kalbinin en ücra köşelerini dahi sızlatıyordu. Canından fazla kıymet verdiği üç evladı vardı. Bütün çabası onlar için kurduğu hayalleri...