Karanlık bir gecenin sisli bir yoluydu belki de ona kavuşmamın tek çıkışı. Hangi yola baş koysam beni dönüp dolaşıp Özgür'ün eksenine getiriyordu. İmtihan mı? Yoksa kader miydi?
Saat gece tam on ikiydi otelden çıktığımda. Dün geceyi saymazsak Özgür ile ilk randevulaştığımız gündü bu gün. İçim de tarifsiz bir heyecan, mutluluk, biraz da endişe vardı. Bütün duyguları aynı an da yaşıyordum. Üzerimdeki siyah elbiseninde geceden bir farkı yoktu. Ayağımda Kumsal'ın zoruyla giydiğim topuklu ayakkabı, üzerimde bugünün heyecanı, bu gecenin hayatımı değiştiren bir gece olduğunu bilmeden yürüyordum. Gecenin karanlığına doğru ilerlediğim o sırada birinin seslendiğini fark ettim. Yavaş bir şekilde adımlarımı durdurup arkamda ki sese doğru yöneltim bakışlarımı.
Dün gece adının Can olduğu öğrendiğim adamı görünce karşımda neye uğradığımı şaşırdım... Beni takip mi ediyordu? Yoksa sadece bir rastlantı mıydı bu?
''Nereye gidiyorsun bakalım?'' dedi. Onu umursamadan devam etmeye başladım yoluma. Arkamdan geliyordu, ayak seslerini duyabiliyordum. ''Bari..." Dedikten sonra derin bir nefes aldı bunu duyabiliyordum. ''Gideceğin yere kadar eşlik etseydim.''
Adımlarımı durdurup beni takip etmekte olan iri cüsseli adama doğru çevirdim kızgın bakışlarımı. ''Sen bela mısın? Gitsene başımdan.''
''Belayım ya da değilim bunu zamanla öğrenirsin acele etmesene, önümüz de birbirimizi tanımamız için uzun bir zaman var.'' Dedi iğrenç bir gülümsemeyle. Tekrar önüme döndüm, ona aldırış etmeden birkaç adım daha attım.
''Seninle uğraşacak kadar vaktim yok, eğer bir gün çok boş bir zamanım olursa, cümlelerine karşılık verebilirim. Şu an ne sana ne de bu aptal tanışma numaralarına ayıracak vaktim var.'' Dediklerime çok fazla alınmış olacak ki kolumdan tuttu, beni kendine doğru çevirdi, bedenim korkuyla dolarken ona dik bakıyordum. Sanki hiç korkmuyormuş gibi...
''Bu kadar naz yeter ama! İsmini söyle yeter, bugünde karşılaştık demek ki tanışmamızın gerektiğinin bir işareti bu.'' Diye devam etti sözlerine.
Ellerinin arasında ki kolumu bir hayli zorla çektim. "Hiç sanmıyorum, artık gider misin? Gereğinden fazla uzattın konuyu.'' Yürümeye devam ediyordum, o da peşimden..
Adımlarını hızlandırıp önüme geçti, bana öfkeyle bakıyordu. vücudum soğuktan mı korkudan mı titriyordu? Bilmiyordum...
''Biraz konuşalım, gerçekten kötü bir niyetim yok.''
''Sen laftan anlamıyor musun? Konuşmak veyahutta tanışmak istemiyorum. Sende bunu anla ve çık önümden lütfen.'' Diye uyardığımda de bileğimi kavradı bir hızla, korkuyordum.
"Amma da naz yaptın güzelim, alt tarafı, tanışmak istedim neden bu kadar büyütüyorsun olayı.''''Bırak,'' Dedim, gözlerimde ki korkuyu bir kenara atıp. ''Bileğimi acıtıyorsun.'' Diye devam ettim.
''İsmini söyleyene kadar bu acıya katlanacaksın.''
''Son kez söylüyorum bileğimi bırak yoksa sapık var diye bağırırım!''
''İstediğin kadar bağırabilirsin, bizi burada kimsenin duymayacağından eminim.''
İğrenç iğrenç gülüyordu karşımda. İmkanım olsa onu oracıkta öldürürdüm. Boş da olan elimle ittirmeye çalıştım ama kas yığını hiç etkilenmiyordu bile.
''Arkadaşım sen ne kadar laftan anlamaz bir insansın, istemiyorum! İstemiyorum! Daha nasıl anlatabilirim bunu sana?'' dedim, artık gerçek anlamda sinirlenmeye başlamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
'RUH-U REVAN'
ChickLitHayat.. Nefes almak yaşamak demek miydi? Peki ya ölüm? İnsan ölümü sadece soğuk bir mezar taşına yatırıldığında mı hissederdi? Belki. Ama ölüm, hayattayken yaşadığın bütün acıların büyük bir sanrısıydı teninde. Ve hayat, onca acıya rağmen yaşadığını...