dört, romeo & juliet*

62 16 15
                                    

15 Ekim 1854,
Pazar

soğuğa düşündüğüm gibi dayanıklı değildim cancağızım. sör taehyung ile balkonlarımızdaki sohbetimizin sabahında kırık bir bedenle uyandım. bu yüzdendir ki yatağımdan hiç çıkmama kararı alıp dinlendim. helena da benim için yemeklerimi odama taşıdı ve bugüne kadar daha kötü olmadan üzerimdeki kırgınlığı attım.

ancak ben bir günün bu kadar uzun, odamın bu kadar sıkıcı olduğunu bilmezdim.

sabahı akşam, akşamı gece etmek çok zor oldu. bilmem neden halsiz bedenime rağmen içim kıpır kıpırdı ve kulağım bir şekilde sör taehyung'un sesini duyabilmek için çok çabaladı. lâkin duyamadım. belki kemanını çalmadığı  zamanlar sessizdi, belki de odasında bulunmuyordu, bilemiyorum. yalnızca sessiz bir gün geçirmekten hoşlanmadığımı biliyorum.

bu yüzden akşam yemeğinden sonra jungkook'u odama çağırdım ve benim için biraz piyano çalmasını istedim. bu ikimiz için de biraz zordu. tabureye oturup ellerinin titrediğini gördüğümde fark edebilmiştim hata yaptığımı.

odamdaki piyanoya uzun zamandır el sürmüyordum ve önceden de hep sevgili ablacığımla birlikte çalardık. jungkook da bunu biliyordu. 

aniden ona seslenip bunu yapmak zorunda olmadığını söyledim lâkin jungkook, benim sevgili küçüğüm, kocaman gülümsedi ve bana sorun olmadığını söyledi. sonrasında gözleri kapalı bir şekilde piyanoyu çalmaya başladı.

çoğu zaman onun yüzünde, mimiklerinde, ağırbaşlı tavırlarında ablamı görüyorum. büyüdükçe de ablama daha çok benziyor. benim gibi sarıya kaçan kül rengi saçları ve mavi gözleri değil, ablam gibi kahverengi gözleri ve kuzgun siyah saçları var.

ah tanrım...

neyse ki ıstırap veren günü uykuyla nihayete erdirebilmiştim. yeni güne uyandığımda kendimi daha iyi hissediyordum, bir de sör taehyung'u görme arzum daha fazlaydı. 

pencereden dışarıyı izlediğimde güneşli bir havayla karşılaştım. sanki bir bahar günüydü. temiz hava alabilmek için sabahlığımı giyip balkona çıktığımda sör taehyung'u havuzun çevresinde spor yaparken göreceğimi bilmiyordum. yüzümde kocaman bir gülümseme oluştuğunu gizlemeyeceğim. 

birden onunla konuşma isteğim arttı lâkin o geceden hiçbir farkım yoktu, dudaklarımı aralayıp iki kelam edemiyordum.

mütemadiyen yeis duyuyordum cancağızım. 

sör taehyung birden yüzünü balkona çevirip beni gördüğünde bir heykel gibi dondum kaldım. yerinde kıpırdamasa da dudakları ve gözleri gülümsüyordu. hafifçe dudaklarını ıslattı ve konuştu.

"yarayla alay eder, yaralanmamış olan*." 

tanıdık sözler kulağıma ulaştığında tepki dahi veremedim. sör taehyung benden bir karşılık beklemeden balkonun altına biraz daha yaklaşıp meşhur replikleri okumaya devam etti:

dur, şu pencereden süzülen ışık da ne?
evet, orası doğu, juliet de güneşi!
yüksel ey güzel güneş, öldür şu kıskanç ayı,
bak nasıl da sararıp soluvermiş tanrıça kederden
sen ondan çok daha güzelsin diye.
kıskandığı için vazgeç ona bağlılıktan,
sayrılı ve toydur bakirelik giysisi.
soytarılar giyer bunları ancak
sen çıkar bu giysileri, at üzerinden.
kadınım benim, ah benim sevgilim bu!
ne olur, ah bilseydi sevgilim olduğunu!
konuşuyor, ama bir şey de demiyor;
ne çıkar anlatıyor ya gözleriyle
karşılık vereceğim ben de!
amma da yüzsüzüm, konuştuğu ben değilim ki.
tüm göklerin en güzel yıldızlarından ikisi,
yalvarıyorlar onun gözlerine işleri olduğundan:
biz dönünceye dek siz parıldayın, diye
gözleri gökte olsaydı, yıldızlar da onun yüzünde;
utandırırdı yıldızları yanaklarının parlaklığı,
gün ışığının kandili utandırdığı gibi tıpkı.
öyle parlak bir ışık çağlayanı olurdu ki gözleri gökte,
gece bitti sanarak kuşlar cıvıldaşırdı.
bak, nasıl da dayamış yanağını eline!
ah, eline giydiği eldiven olaydım da
dokunaydım yanağına.

terrace* | vhopeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin