p5

309 50 9
                                    

ALANİS DEBORAH

Keskin bir sancıyla doğruldum ayağımı tutarak.Sağ kaval kemiğinizin kırık olması, kemik uçları kaynarken sizi ağrılarla uyarabiliyordu.

Ağrı hafiflerken, başımdaki zonklamayı hissettim.Ben sırtımı kaldırdıktan sonra soğumuş olan yatağımın üstüne tekrar uzandım.Anneme seslendim, duymasını umarak.

Genelde ben uyanmadan önce yanımda olurdu, sesini dinlerdim hep.Sıkı bir kararsızlık sonrası, uyandırmaya karar verirdi.Bu durumum muydu onu hassaslaştıran, hiçbir şey bilmiyorum.

Arada gelen seyrek ağrılarda, erken uyandığım için onu pek yanımda bulamazdım.Aslında ben hiçbir şeyi bulamazdım, sadece siyaha bakıyordum artık.

Kapı sesinden sonra babamın günün iyi dileklerini sunan sesi kulaklarımda dolaştığında, vücuduma destek sağlayan ellerini hissettim.Yataktan kalkmayı başardığımda, sarıldı, saçlarımı okşayıp boyunun uzun olduğunu belli eden bir hareketle çenesini kafama yasladı.

Sakindim ama sinirleniyordu bedenim.

Kör olduğum için sarılmasını, ve bana her şey iyiymiş gibi  davranmasını istemiyorum.

Neden zorluyordu bu kadar, normal insanlar gibi bu anın şarkısında dans etmek?

Kör olduğum kadar cahilimde, çözemiyorum hiçbir şeyi.

Bedenimin babamla iletişimini seri bir şekilde kestikten sonra dayanağıma tutundum.

Yaklaşık bir ay sonra en azından bir parçamı özgürlüğüne kavuşturacaktım.

Kırılan kemiğimi.

Kahvaltı yapmadım bu sabah.Çatal seslerinin tabaklara dokunurken çıkarttığı o ince cızırtılı sesi yakaladım, otururken bir köşede.Biraz yardımla üst kattaki avluya -tabii bana ışıklar kapandıktan sonra orayı yıkmamışlarsa- yükseldim.Video oyunu açtığımda, parmaklarım sadece tuşlara dokunuyordu.

Görmek yoktu.

Kurallar ve hissetmekte yok.

Biraz anne ve babamın yanıma gelip konuşma denemelerinden sonra onları cevapsız bırakmıştım.Ani bir hareketle elimdeki oyun konsolunun uzanan kablosunu uzun parmaklarımla kavradım, sert hareketle koparıp fırlattım bir yerlere konsolu.

İblisler ürpertti içimi.

Ben hep eksik olacaktım, bu karanlıktan bir çıkış yolu uzanmıyordu.

Sevmiyordum, konuşmuyordum, yalnızdım.Ve böyle olmaktan asla bıkmadım.

Bulduğum her şeyi fırlatmak, bağırmak, çığlık atmak içmi dindirmiyordu.Ne kadar göremesemde sinirden başımın döndüğünü,harcadığım güçten dişlerimin çığlıklar arasında kitlendiğini hissedebiliyordum.

Bilincim duvarlara çarpıyordu, çarpıcı bir karanlıkta sallanıyordum.Üstüme geliyordu, ama farketmiyor gibiydim siyahın içinde.

Dinmiyordu, bitmiyordu, kafamın içinde acı çekişen biçimler gitmeyecekti.

Ayağımın acısını bilincimin kuytularında yitirerek ama arada gelen ufak dokunuşlu sızılarla hatırlıyarak etrafa fırlatıyordum bulduğum her şeyi.

Bütün bağırtılarım, bilincimde oluşan yoğunlukta ve acıda kayboluyordu sanki, duyamıyordum.

Aptal bir kördüm.

Kimsenin ziyaretine gelmeye değmeyeceği, acınası biri.

Sakinleştiricilerle, uyku haplarıyla uyutulan.

Dayanılmaz, uğraşılmaz bir ruh hastasıydım işte.

Sevilmeye değdiğimi kim söylüyor?

Eğer değseydim, birilerinin geçmişinde kalan ve talihsiz kaza sonucu eve kapatıldığı arkadaşı olmazdım.

Hiç bir zaman ağlamadım.

Hiçbir sinir krizinde ağlamadım ben ve hiç bir yerde.

En azından, hapların hatırlamama izin verdiği kadarıyla.

Bilincimin duvarlarını yırtan psikolojime dayanamıyordum bu zamanlarda.Parçalamak mıydı her şeyi, acıyı geçiren? Bilincim can çekişirken, savrulan eşyalardan sıyrıldı ayak sesleri.

Açıkta kalan saçlarım bedenimin üzerine, annemin elleriyse bedenime dolanıyordu.Vücudum kollarında debelenirken, annemin bana eşlik eden sesiydi duyduğum.

"LÜTFEN ALANİS,Lütfen sakin ol!" çığlıkları benim duyamadığım çığlıklarıma karışıyordu.

Ağzımdaki acıyı ve ıslaklığı hissettiğimde, koptu bedenimin bağlantısı.

Hücrelerim serbest bırakıyor gibiydiler, beni.

* * *

Duyularım yeniden yerlerine yerleştiğinde, açılıyordu perde.

Kafamın altındaki sertlik, saçlarımda gezinen eller bir şey vaat etmiyorlardı artık bana.Sessizce dinledim dokunuşlarını, annemin kazadan önce en son ne zaman saçlarımı okşadığını düşündüm.O zaman onun dokunuşlarımı yoksa benim içimmi daha sıcaktı, bunun hakkında konuşamıyorum.

Her zaman en geç beş dakika sonra anlardı benim uyandığımı, hisssettiğini hissederdim.

Acaba ben mi kötü oynuyordum?

Bugünde hissetmişti, elleri dokunuşlarını bıraktığında kulağıma eğildi.

"Paulo bugün biraz geç kalacak, bana biraz daha dayanmalısın." sıcak nefesi kulaklarımı yalarken.

PAULO JACQUEELİNE

Kafenin köşe masasındaki her zaman ki yerimizde otururken, aklımdan çıkmıyordu.

Saat üçte onun yanında olmalıydım.

Ve millet, bakın artık her zamanki masada beş tane mezun oturuyordu.

Belirlenen saatlerin, ayarlanan müziklerin ve konuşulan konuların arasına hep gülüşmelerimiz giriyor, mutlu hissediyordum.Böyle anları hiçbir şeyle değiştiremezdiniz, eğer farkındaysanız.

Lise üçteki, dörtteki, üniversitedeki arkadaşlarımdı onlar.Nasıl kolaydı altı yılın söylenişi?

Konuşurken, bir anda

Bitti içim, yandı, külleri savruldu kafenin her bir köşesine.

Üçü bir bile geçmemeliydi ben kapıda beklerken.

ParçaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin