Ormanın çıkışını bulduk ama, burası tamamen farklı bir yer gibiydi. Her şeyden, herkesten ayrı bir yer. Kimsecikler yoktu etrafta. Onları duymuş olmalılar ki herkes evindeydi. Kasabanın ortasından geçerken herkes bize bakıyordu camlarından. Korkmadık değil aslında. En sonunda kasabanın ihtiyarı çıkageldi yanımıza. Bize burada ne aradığımızı sordu. Ben de; "Bir şey aramıyoruz ihtiyar. Sadece yolumuzun üstü olduğu için buradan geçiyoruz. Sizin hiçbir şeyden haberiniz yok sanırım." dedim. Ardından yüzüme gülerek şunu söyledi; "Bizim her şeyden haberimiz var evlat. Bu yüzden kimse evlerinden çıkmıyor ya!" dedi gülerek. Sonradan aklıma bir araca ihtiyacımız olduğu geldi. "Hey ihtiyar, sizin şu külüstürlerden birini bize verseniz ya. Ne de olsa kullanılmıyor değil mi?" dedim. O da bana; "Alın, alın ama onların çoğu parçaları eksik. Çalıştırabilirseniz buyurun alın." dedi. "Bir denememiz gerek. Bize biraz zaman verebilir misin? Ve bir de kalacak bir yer olursa çok güzel olur." diye ekledim sonradan. Bize kalacağımız yeri ve tamir edeceğimiz arabayı gösterdi. Arabayı görünce gözlerime inanamadım. 99 model bir Mustang tam karşımdaydı. Çok güzeldi. Arabanın kendisi siyah, üstündeki çizgiler de beyazdı ve bu çok hoştu. Kalacağımız ev de Mustang'ın olduğu yerin yanıydı. Bu şekilde daha rahat çalışabilir, arabayı tamir edebilirdik. İlk gün dinlenmeye karar verdik. Herkesin ayrı birer odası olacaktı. Ev yeterince büyüktü. Odamdan dışarı baktığımda kasabanın tabelasını gördüm. Üstünde; "Shelltown'a Hoş Geldiniz!" yazıyordu. Gayet hoş bir isim. Odamın camını açıp sigaramı yaktım. Düşüncelere dalmışken Daphne içeri girdi. Tek başına yatmaktan korktuğunu söyledi. Ona baktım ve hafif bir gülücük ile; "Neredeyse 18 yaşına geldin ama hala tek başına yatamıyor musun? Seni ana kuzusu. Gel bakalım yanıma." dedim. Sigaramdan bir duman daha çekip, rahatsız olmasın diye yarısında attım. Birlikte yatağa girdik ve hemen sonrasında zaten uyuyakalmışız. Uyandığımda Daphne yanımda değildi. Odamdan çıktım, büyük salona doğru ilerledim. Herkes uyanmış, kahvaltı tarzı bir şey hazırlanmıştı. Tek eksik olan şey ben olduğum için benim uyanmamı beklemişlerdi. "Günaydın çocuklar." diyerek masaya oturdum. "Yumulun bakalım, bugün işimiz çok." dedim ve yemeye başladık. Yedikten sonra masayı temizledik ve işe koyulma vakti artık gelmişti. Herkesi garaja çağırdım, bizim külüstürün yanına. Şöyle bir genel baktık. Arabanın benzini yok, motoru çalınmış ve lastikleri patlatılmıştı. Garajda yedek lastikler olduğu için lastik işi zor olmadı. Motoru da buranın bir yerlisinden biraz erzak karşılığı aldık. Geriye kalan tek şey benzindi. Koskoca kasabada 1 litre bile benzin yoktu. Kasabanın dışına çıkmalıydık. Kararı verdim. Tek ben gidecektim. Diğerleri burada bekleyip eşyalara göz kulak olacaktı. Ama bu yolculuğu tabii ki yaya olarak yapamazdım. Yapsam bile benzini nereye koyacaktım. Benzin bidonu da hiçbir yerde bulamadık. Şanslıyız ki bu kasabada yaşayan biri ölmüş ve motoru da burada kalmıştı. Onu kullanmama izin verdiler. Onunla bir benzinlik bulup ardından geri dönecektim. Bir benzinlik bulmam çok kolay oldu, ama onlardan da bir hayli fazla vardı. Motordan indim. Ses yapmamaya özen gösteriyordum ki orada canlı birini gördüm. Hala insan olan birini. Yanıma geldi, gelmeseydi zaten onların hepsini yenebileceğimden emin değildim. Neyse ki yanıma gelen kişi Shelltown kasabasındanmış. Yanında bir silahı da vardı. Beraber temizlemek zor olmadı tabii. Motoru ve birkaç bidonu benzinle doldurduktan sonra kasabaya vardık. O kurtardığım adam buradan benimle aynı amaçla, benzin aramak için çıkmış fakat geri dönememiş. Karısı da onu çok merak etmişti. Onu bıraktığımda bana çok teşekkür etti. Bana birkaç eşya vermeyi bile teklif etti ama ben kabul etmedim. Bana bir silah ve birkaç mermi verdi zorla. "En azından bunları al, yanında bulunsun. O kılıcı her zaman kullanamayabilirsin." dedi bana. İstemeye istemeye alıp silahın kılıfıyla beraber belime bağladım. Kaldığımız eve vardım ve tekrardan o müthiş ötesi arabanın yanına gittim. Benzinini fulledim ve artık tekrardan asfaltları ağlatmaya hazırdı. Ama öncesinde burada biraz daha kalmaya karar verdik. Çünkü henüz nereye gideceğimiz belli değildi. Belki de Kai'nin babasının dediği gibi yurtdışına kaçabilirdik. Gemilerle hem güvenli hem de rahat olurdu bu iş. Limana gidebilirdik. Ama bunun için yine de bir plan, bir strateji gerekliydi. Bunu daha söyleme gibi bir fikir yoktu aklımda. Kendi kafamda her şeyi kurup, öyle hareket edecektim. Çünkü büyük ihtimalle bunu söylersem bana karşı çıkacaklardı. Bizimkiler burada biraz daha kalmak istemedi. 1 gün daha kalmak için ikna ettim onları. Ruhumun ve aynı zamanda bedenimin dinlenmeye ihtiyacı vardı. Onlar dinlenirken ben de o sırada ihtiyarın yanındaydım. Otururken eski, tahta bir sandığı açtı ve içinden bir av tüfeği çıkardı. Bunu bana vermek istedi ama ben kullamazdım bunu. Aramızda en iyi bilen kişi Kai idi. Ben kullanamam diyince "Takımında en iyi kim kullanıyorsa ona ver o zaman." dedi. Kai'nin yanına gidip ona bu silahı uzattım. Kullanmak istemediğini söyledi. "Ama istersen bunu kullanmayı Daphne'ye öğretebilirim. Ne de olsa onun kendini koruyabilecek hiçbir şeyi yok." dedi bana. "Olur, çok daha iyi olur Kai!" dedim. İhtiyardan bize bir atış poligonu ayarlamasını istedim ki zaten kasabada varmış atış alanı. Bunun için birkaç gün daha kaldık. Daphne iyice öğrendi atış yapmayı. Ardından yola koyulacaktık. Arabanın bagajına eşya koymak için bagajı açtım ve içinden çıkan şeye çok şaşırdım. Bir gitar! Eski zamanlardan kalma elektro gitar tarzı bir gitardı. Gitar çalmayı çok severdim ama henüz bir gitar alamamıştım. Çok iyi olmuştu bunu bulmam. Artık moral niyetine çalabilirdim. Arabaya atladık. Ben sürücü koltuğuna geçtim. Az da olsa araba kullanmayı biliyordum. Arabanın içi de dışı kadar güzeldi. Koltuk döşemeleri vb. şeyler çok güzeldi arabadaki. Yola koyulma vakti gelmişti. İhtiyar ve benzinlikten kurtardığım adam ile vedalaştıktan sonra oradan ayrıldık. Kimse nereye gittiğimizi bilmiyordu ama ben biliyordum. Limana gidiyorduk. Gerçi zaten kimse de sormuyordu nereye gittiğimizi. Arabada herkes eğlenmeye bakıyordu. Camı hafif aralayıp yüzüme gelen o sıcak esintiyi hissettim. O sırada Roni'den çantamdaki birayı vermesini istedim. Biranın kapağını ağzımla açıp dışarı attım. Bir yudum aldım. "Bu biranın tadını hiçbir biraya değişmem adamım!" dedim Roni'ye. O gün çok güzeldi. Bütün geceyi arabada geçirdik. Herkes uyudu ama ben arabayı sürdüğüm için uyanıktım. Çok eğlenceli bir yoldu aslında. Herkes bir arada, bu dünyada artık istediğimizi yapabilirdik. Engel olacak kimse yoktu. Engel olacak biri çıksa da öldürsek bile kimse bizi hapse atmayacak, bizi aramayacaktı. Bu durumdan bir hayli hoşnuttum. Okuldan ve yetimhane yaşamından yeterince bıkmıştım zaten. Yetimhanenin katı kuralları çok yorucuydu. En sonunda ben de yoruldum ve arabayı kenara çektim. Tabii o sırada herkes uyanmış, güneş bize gülüyordu. "Hey çocuklar, burada biraz dinlensek mi? Etrafta kimse yok gibi zaten." dedim. Kimse bana bir şey demedi. Roni'yi sürücü koltuğuna geçirip arka tarafta Daphne'nin kucağında uyumaya başladım. Uyandığımda çoktan akşam olmuştu. Kimse uyumamış, aralarında sohbet edip gülüşüyorlardı. Daphne uyandığımı gördüğünde "Günaydın bebeğim." diyerek bir öpücük kondurdu dudağıma. Kucağından kalkıp doğruldum. Roni'ye "Dostum, uyandığıma göre sen ve Kai arkaya geçebilirsiniz. O koltuğu çabuk bana sal!" dedim gülerek. Ön koltuğa geçtim. Arabayı tekrar çalıştırdım. Çalıştırdığımda çıkan sesi bir duysanız. Beni benden alıyordu. Sürmeye başladım. Arabayı artık sahiplenmiştim. Nihayet limana vardık ama hala kimsenin haberi yoktu. Ama boşuna Daphne'ye grubun en zekisi demiyoruz. O anlamıştı kafamın içindekini. Bana ne yapacağımızı sorunca mecbur anlattım. Ne gariptir ki herkes bana hak verdi. Arabayı kaybetmeyi istemiyordum çünkü hayatım boyunca sahip olabileceğim en güzel arabaydı. Onu bir garaja saklayıp bütün girişleri kapattım. İçeri girişi bir anahtar olmadan çok zordu. O anahtar da bir tek bende vardı. Gemileri teker teker gezmeye başladık. Ardından aklıma kredi kartının yanında bulduğum not geldi. Notu çıkartıp okumaya başladım. "Limanın en başında bir büfe var. O büfenin önündeki gemi benim gemim. Anahtarları içerideki yatak odasında bir dolapta. Bulmanız çok kolay. O gemiyi alıp uzaklaşın buralardan." yazıyordu notta. Oraya gittik, gemiyi bulduk. Bindik ve anahtarı aradık. Yaklaşık 2-3 dakika sonra Roni anahtarı buldu ve bana getirdi. Ama hiçbirimiz nasıl kullanılacağını bilmiyorduk haliyle. Daphne ile ben nasıl çalıştıracağını çözmeye çalıştık. Bir yol bulamayınca etrafı aramaya başladık belki bir kullanma klavuzu tarzı bir şey bulabiliriz diye. Bulduk da, Daphne'ye okuttum ve bana yapmam gerekenleri söyledi. En sonunda denize açıldık. Uzun bir süre denizde takıldık. Bira partisi, yastık savaşı, yüksek sesli müzik. Denizin ortasında olduğumuz için kimsenin bize karışma olasılığı yoktu. Yaklaşık 13-14 gün geçirdik orada. Kai'nin ve Daphne'nin doğum günleri de bu tarihlerde olduğu için çok eğlenceli geçti. Fakat artık burada daha fazla zaman harcamamamız gerektiğini biliyorduk. O yüzden herkes artık en yakın karaya ayak basmak istiyordu. Ben de öyle...