Herkes farkındaydı bir kıyıya varmamız gerektiğinin. Nereye gitsek diye düşünürken uzaklarda bir kara gördüm. Neresi olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu ama kara olması yeterliydi. Sonuçta her yer aynı olacak değil ya. Belki orası düzgün bir yerdir diye düşündüm. Benimle birlikte diğerleri de öyle düşündü zaten. Çok saçmaydı. Belki de sadece bizim yaşadığımız yerde olmuştur dedim içimden. Keşke demeseymişim be. Bu karanın da ordan farkı yoktu ancak, kıyıya yanaşmadan önce küçük bir bot yanımıza yanaştı. Daha genç olduğumuzu görünce karaya çekmemizi istediler gemiyi. Dediklerini yaptık. İndiğimizde üstlerimizi aradılar, silahlarımızı aldılar. Her şeyimizi elimizden aldılar. Ardından bizi kamp benzeri bir yere götürdüler. Burada herkes mutluydu. Her birimizi teker teker testlerden geçirdiler. Herhangi birimiz enfekte olmuş olsaydı oracıkta onu öldüreceklerdi fakat şükür ki kimse öyle değildi. Bizi içeri alıp dördümüze özel bir çadır ayarladılar. İçinde 4 yatak ve erzaklar bulunuyordu. Cebimdeki çakıyı ve sigarayı farketmemiş olmalılar ki onları almadılar benden. Aslına bakarsanız, burası her bakımdan iyi bir yerdi. Burada yaşayabilirdik. Ama kimse bizim burada bir şeylerle uğraşmamıza izin vermiyordu. Ne zaman bir şey yapmaya kalksak, "Bu işi yetişkinlere bırakın. Siz daha gençsiniz. Rahatınıza bakın." diyorlardı. Sadece ben değil dördümüz de sıkılmıştık bu durumdan. Sonuçta buraya kadar kendi imkanlarımızla geldik. Kimsenin yardımı olmadan hayatta kaldık. Benim o kılıçla öldürdüğüm insanları(onları) kimse şu zamana kadar görmemiştir bile. Bizim gördüklerimizi, yaşadıklarımızı kimse yaşamamıştı. Aralarında belki de en tecrübeli kişiler bizlerdik. Üstelik burayı koruyan adamlar, daha onları kafalarından vurunca öldüklerini bilmiyorlardı bile. Rastgele sıkıyorlardı sadece. Bir şey söylemeye kalktığımızda gülüp "Siz ne anlarsınız ki? Yaşamanız tamamen şanstı bence. Yetişkinlerden daha iyi bilemezsiniz." diyorlardı. Bu kampın başında olan kişi de bir hayli kibirli, kendini beğenmiş biriydi. Eski başkanmış. Zaten bir siyasetçi olduğu çok belliydi. Tavırları çok kaba ve emirciydi. Buradan ayrılmak istediğimizde ise sürekli bize karşı çıktı. Ne istiyordu bizden, buradan çıkmamıza izin vermeyecek kadar? Anlamış değildik hiçbirimiz. Sadece şu yetişkinlik zımbırtısını söyleyip duruyorlardı. Buradan kaçmak için onca zaman plan yaptık durduk. En sonunda artık harekete geçmemiz gerektiğini anladık. Harekete geçtik fakat buradan çıkmadan önce silahlarımızı ve erzaklarımızı geri almalıydık. Erzakların ve malzemelerin nerede saklandığını öğrendik. İçeri girmek zor olmadı çünkü burada yaşayanlar artık buraya girmemeleri gerektiğini anlamışlardı. Kimse korumuyordu burayı o yüzden. Herkes eşyasını, silahlarını ve çantalarını aldı fakat Kai'nin ok ve yayı ortalıkta yoktu. Sonradan farkettik ki onu bu kampın başı kullanıyormuş. Bir süre geçtikten sonra onu rehin aldık, hem Kai'nin ok ve yayını aldık. Hem de dışarı çıkmak daha kolay oldu. Dışarı çıkana kadar Katanamı onun boynuna tutup bizimle beraber götürdüm. Dışarı çıkınca onu bıraktım. "Bir daha bizim gibilerini küçümsersen, bizim gibi sana merhamet göstermezler. Bunu o küçük beynine iyice sok seni aptal." dedim ve oradan uzaklaştık. Yine çok boktandı yaşadıklarımız. Hangimizin psikolojisi yerinde ise, onu gerçekten tebrik edip onu bizim yeni Tanrı'mız ilan etmemiz gerekiyordu. Böyle durumlarda kimin psikolojisi düzgün olabilirdi ki? O kadar şey yaşadık. Çok zor bu yaşadıklarımızı özetlemek. Her neyse, şimdiki önceliğimiz bir araba bulup gemiye geri dönmekti ama nerede olduğumuzu bilmiyorduk ki. Geldiğimiz yolu hatırlıyor gibiydim. Yolda bir araba bulduk ama anahtarları üzerinde değildi. Düz kontak yapmak zorundaydık ama kimse bilmiyordu nasıl yapılacağını. Filmlerden gördüğüm kadarıyla denedim ve oldu! Çalıştı. Yola koyulduk. Geldiğimiz yoldan dümdüz gittik. Geminin ucunu görebiliyordum. Kurtulduğumuzu sanmıştım bir anlık. Dalıp gitmişim o an. Onlardan da önümüzde bir sürü varmış, onlara çarpınca ayıldım, araba takla attı. İçeriden bir tek ben çıktım. Kendime güvenim olsa da yine de çok fazlalardı. Bir an arabadakilerin öldüğünü düşünmüştüm. Bir kısmını indirmiştim fakat sayıları azalmıyor gibiydi. Sonunda arabanın içinden Daphne çıktı. Onun silahı, benim de kılıcım ile birlikte az da olsa yolumuzu açabildik. Roni ile Kai'yi arabadan çıkartıp gemiye bindirdik. Biz ise kalıp biraz daha temizlemeliydik aksi takdirde üzerimize gelip gemimize binebilirler, üstüne üstlük bizi bırakmayabilirlerdi. O yüzden bunu yapmak zorundaydık ama, nereden bakarsan bak sayıları azalmıyordu. Tam umudumuzu kaybedecekken birden arkadan bir ok geldi onlardan birinin kafasına. Arkamı döndüğümde Roni öğrettiğim tekniklere güvenerek silahını bir sopa olarak kullanırken, Kai de arkadan yavaş yavaş temizliyordu. Birlikte olduğumuz sürece, aşamayacağımız hiçbir sorun, çözemeyeceğimiz hiçbir problem yoktu. Beraber temizleyebildik az çok. Sayılarının azaldığını görünce hemen dümene geçtim ve gemiyi çalıştırdım. İlerlemeye başladık. Sonunda onlardan kurtulmuştuk ama Kai ve Roni'nin ağır yaraları vardı. İyileştirmeye buradaki malzemeler yetmiyordu. Bir şekilde yaralarını sardık. Belki de bu şimdilik yeterliydi. O ikisin dinlenmesi için geminin altındaki yatak odasına gönderdim. Daphne ile beraber gemiyi kontrol altına aldık. Denizin ortasında motoru durdurdum ve yaşadıklarımızı gözden geçirerek strateji yapmayı, nereye gideceğimizi şimdiden bulmak istedim. Hem de biraz onlardan uzak olarak dinlenmiş olurduk. Bu konuşmanın boka saracağını biliyordum o yüzden yarıda kesmek zorunda kaldım. "Çocuklar, ÇOCUKLAR! Beni dinleyin. Biliyorum zor dönemlerden geçiyoruz ama bunca zaman o kadar yaşanmışlıklara rağmen hayatta kalmayı başardık. Peki bu neden biliyor musunuz? Çünkü kimse birbimizden umudunu kesmedi. Bu yüzden hayattayız. Bir takım olabildiğimiz için hayattayız dostlarım. Bu şekilde devam edersek, eminim ki hepimiz hayatta kalacağız. Şimdi, nereye gideceğimiz konusuna gelirsek. Bu olayı ilk farkettiğimiz yere gideceğiz. Okula! Neden diye soracak olursanız, bizim gibi düşünen bir çok insan orayı çoktan temizlemiş ve yaşanabilir bir hale getirmiştir diye düşünüyorum. Herkesin ortaya bir fikir atmasına gerek yok. Bu grubun lideri benim! Fikir ayrılığına ihtiyacımız yok kesinlikle. Dediğimiz yapıyoruz." dedim ve oturdum. Kimseden ses çıkmadı. Az önceye kadar herkes bağırıp çağırırken ortalığı kötü bir sessizlik ele geçirmişti. Bu sessizliği bozmak için; "Bunca zaman hayatta kalmamıza, şerefe!" diyerek biramı kaldırdım. Diğerleri de öyle yaptı. Ortam yine eski eğlencesine geri kavuştu. Bir gün dinlenerek geçirdikten sonra motoru tekrar çalıştırıp kendi ülkemiz olan Kanada'ya geri dönecektik. Geri döndükten sonra yaptığım ilk iş ihtiyardan aldığım 99 model Mustang'ı geri almaktı. Ki öyle yaptım. İndiğimiz gibi o arabanın yanına koştum. Herkes de bindikten sonra okula doğru yola koyulduk. Okulun yolunda ilerlerken dar bir sokaktan geçmemiz gerekiyordu. Keşke geçmeseydik. Oradan geçerken yaşayan insanlar camlarımızı taşladılar, arabanın bütün güzelliğini bozdular. Neyse ki kimseye bir şey olmadı. Neden yaptıklarını aslında az çok anlıyordum. Bunca zaman huzur içinde yaşayan insanlar bu düzene pek de alışmış gibi durmuyorlardı zaten. Onları anlayabiliyordum çünkü biz de bu durumdan pek memnun değildik. Bir yandan da memnunduk çünkü bize ne yapacağımızı söyleyen insanlar, yetişkinler yoktu. Hayatımızı istediğimiz gibi yaşıyorduk. İstediğimiz her şeye sahip olabiliyorduk. Bu bakımdan işin güzel yanları da vardı işte. Bunları düşünürken okula vardığımızı farketmemişim bile...