meşgul olmayı seviyordum. meşgul olup bir şeylerle uğraşmayı seviyordum çünkü o zamanlar düşüncelerim bir kenarda beni bekliyorlardı.ama ben, meşgul olmak için fazla sıkılmıştım artık. hiçbir şeyden zevk almaz olmuş, öfke yığını bir insan haline gelmiştim.
eh, meşgul olsam bile son zamanlarda o dahi düşüncelerimin kenarda beni beklemelerine sebep olmuyordu. düşüncelerim her daim benimleydi ve ben, gittikçe kafayı yiyordum.
jimin, kalbimi feth etmekle yetinmemiş, şimdi ise düşüncelerimle her daim benimleydi.
kalbimle değil de aklımla hareket etsem bile sonum, park jimin haline gelmişti.
o gecenin üzerinden üç gün geçmişti ve ben ne bara gitmiştim, ne de onlardan gelen bir çağrıya cevap vermiştim.
bara gidecek ve onların çağrılarına cevap verecek vaktim yoktu. fazlasıyla meşguldüm.
kafayı yemekle fazlasıyla meşgüldüm.
o günden sonra gözümün önüne jimin'in o herife olan gülüşü geliyordu, ona gülerek şarkı söyleyişi geliyordu. ardından anılarımda jimin'in ağlayarak bana sığınması.
ve ben yine öfkeden kudurur hale geliyordum.
en son taehyung, sevgi sözcüklerini sıraladığı bir sesli mesaj bırakmıştı -ki onun sevgi sözcükleri küfürlerinden ibaretti.-
neden çağrılarına cevap vermediğimi ve ne bok yediğimi küfürlerinin arasına sıkıştırmayı ise ihmal etmemişti.ama ben buna da, hiçbirine vermediğim gibi cevap vermemiştim.
şimdi ise zilime art arda basan ve sinirli gözüken bir park jimin vardı gözlerimin önünde. neredeyse beş dakikadır orada öylece zilime basıyor ve ağzına geleni söylüyordu.
daha ne kadar kaçacaksın min yoongi? aç o kapıyı ve yüzleş.
kapıyı açtığımda yüzüme inen yumrukla sendelesemde kendimi toparlamış, şaşkınca karşımdaki bedene bakmıştım. yanağımda oluşan hafif sızıyla dudaklarımda küçük bir sırıtma yer edinmişti.
"beni özlediğini böyle mi gösteriyorsun park?" jimin bana ters bakışlarından birini atmış ve kapıyı sert bir şekilde kapatmıştı. adımlarını hızla bana doğru ilerletip beni ittiğinde sırtım sert sayılacak bir şekilde duvara çarpmıştı.
"senin beni meraklandırmaya ne hakkın var söylesene!" tam karşıma geçip bağırdığında kesinlikle dudaklarımın üzerindeki sinir bozucu sırıtmayı silmiyordum.
"hah... bir de sırıtıyorsun." jimin sinirle söylendiğinde aramızdaki mesafeyi tamamen kapatmıştı ve benim sırtım ise iyice duvarla birleşmişti.
"senden nefret ediyorum min yoongi..." yumruklarını bir yandan omzuma geçiriyor, bir yandan da art arda aynı sözcükleri söylüyordu.
seni bu kadar endişelendirdiğimi bilseydim üç günlük de olsa ortadan kaybolmazdım jimin, üzgünüm.
sonunda yumruklarını durdurmuş, ellerini göğsümde dinlendirip anlını omzuma yaslamıştı. "seni ne kadar çok merak ettiğimi biliyor musun hyung?" fısıltıyla çıkan sesi dudaklarımdaki ifadeyi yok etmeye yetmişti.
senin, benim için gerçekten endişelenebileceğini düşünmemiştim park jimin. özür dilerim.
"üç gün... tamı tamına üç gündür senden haber alamıyorum ve o gece seni o halde gördükten sonra bunca zaman senden haber alamamak aklıma kötü düşünceler getirdi." burnunu çektiğini duyduğumda kaşlarım çatılmıştı. o ağlıyor muydu?
muhtemelen hun'la küçük bir tartışma yaşamışlardı ve şu anda tüm dolmuşluğun verdiği hisle de ağlıyordu. aksi takdirde beni merak ettiği için ağlayacak değildi ya.
"kendine zarar verdiğini düşündüm hyung," ve bir hıçkırık.
kaşlarım git gide çatılırken bakışlarımı jimin'e çevirdim ve hafif doğrularak başını kaldırmasını sağladım. başını her ne kadar omzumdan kaldırsa da kesinlikle bana bakmıyordu. elimi çenesine yerleştirip bana baktığında gördüğüm görüntüyle şaşkınlık yüzüme yer edinmişti.
o gerçekten ağlıyordu. dediğim gibi kesinlikle hun'la tartışmış olmalılardı ve o da bunun için ağlıyor olmalıydı. onu ben ağlatmış olamazdım.
kendini kandırmaya çalışma min yoongi? sen de biliyorsun onu ağlatanın sen olduğunu.
"sen, benim yüzümden mi ağlıyorsun?"
"evet, senin yüzünden ağlıyorum. beni o kadar çok endişelendirdin ki, şimdi iyi olduğunu gördüğüm için rahatlama hissiyle birlikte ağlıyorum." buğulu bakışları keskin bakışlarımı bulup söylendiğinde elimi yanağına yerleştirmiş, kıyamadığım gözyaşlarını teker teker silmiştim.
"iyiyim ben jimin. ağlama artık."
"hyung, ne olursa olsun bir daha böyle habersiz bırakma. beni bir daha korkutma." bir yandan koluyla göz yaşlarını siliyor, diğer yandan ise burnunu çekiyordu.
yanağındaki elimi geri çekmiş, onu bileklerinden tutup ellerini belime yerleştirmiş ve onu kollarımın arasına alıp sımsıkı sarılmıştım.
"özür dilerim jimin. bir daha seni korkutmayacağım." bir yandan parmaklarımı yumuşak saç tellerinin arasında gezdiriyor, bir yandan da onu rahatlatmaya çalışıyordum.
uzun kolidorda yankılanan melodiyle jimin benden ayrılmış, mahçup bir şekilde gözlerime bakmış ve cebindeki telefonunu çıkarıp aramayı yanıtlamıştı.
"efendim?"
"..."
"yoongi hyunga uğradım sevgilim, şimdi geleceğim yanına."
ve sonraki konuşmaları duyamamıştım.
sevgilim,
kalbimin derinliklerindeki acı kendisini belli etmişti. bununla birlikte ise kulaklarım duymaz olmuştu.
hun'la falan kavga etmemişlerdi, tamamen kendimi kandırmaktan başka bir şey değildi bu düşünce.
"hyung, özür dilerim şimdi gitmeliyim. aradığımda ve mesaj attığımda mutlaka cevap ver, aksi takdirde bir yumrukla yetinmem." sesi kulaklarıma iliştiğinde kendime gelebilmiştim. bakışlarım bedeninde gezinmiş, yüzümdeki ifadesizlikle başımı sallamakla yetinmiştim.
o, çok sevdiğim tatlı tebessümünden birini bana yollayıp el sallayarak dairemden çıktığında dahi olduğum yerden ayrılamamıştım. zaman durmuş gibiydi.
ben onun için yalnızca böyle birisiydim işte, geçerken uğradım diyebileceği kolay birisiydim.
bu kolidorda birkaç dakika önce yaşananlara bile sevinemiyordum şu an. evet, park jimin'in ağlaması isteyeceğim son şeydi ki onun ağlamasından nefret ediyordum lakin ona sarılma ve o tapılası kokusunu içime çekebilme şansını elde etmiştim.
lanet olsun ki ben bunların hiç birine sevinemiyordum şu an.
yazık sana min yoongi.
💫
bölümler kısa geliyor olabilir ama genellikle bu uzunlukta yazacağım zaten.beğenmeniz dileğiyle.
💕