19.

1.1K 138 55
                                    

Patronum hakkındaki fikirlerim inanılmaz bir hızda değişiyordu ve bunun sonunun nereye varacağını kestiremiyordum

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Patronum hakkındaki fikirlerim inanılmaz bir hızda değişiyordu ve bunun sonunun nereye varacağını kestiremiyordum. Telefonu ile bir yerleri arayıp Takumi'nin benden özür dilemesi gerektiğini, aksi takdirde taciz davası açıp bütün anlaşmaları feshedip olayı basına açacağını söylediğinde şoka uğradığımı inkâr etmeyeceğim. Evet, doğru olan buydu ama yine de benim için bu kadar ileri gitmesi inanılır gibi değildi. Belki de önyargılarım Kai'nin aslında ne kadar onurlu ve adil bir adam olduğunu görmemi engellemişti.

Aynı gün öğleden sonra bütün programımızı iptal edip beni dışarı çıkardı. Gezebildiğimiz kadar yer gezip bir sürü sokak yiyeceği yedik. Bunun bende randevuya çıkmışız hissi uyandırması doğru muydu? Pekala, gerçekte öyle olmadığını, Kai'nin tüm bunları niçin yaptığını tahmin edebiliyordum. Dünkü halimi gördüğü için gayet vicdani bir sorumluluk hissi ile bana kendimi iyi hissettirmeye çalışıyordu ve bunu pekala başarıyordu. Çocukluğumdan bu yana hiç kimse benimle böyle ilgilenmemiş, bana bu kadar iyi hissettirmemişti. Etkileniyordum.

"Mükemmel Japonca konuşuyorsun. Nerede öğrendin?" dondurma kağıdından bir kaşık alıp ağzına götürdü. Sumida nehrinin hemen kıyısında, çimenlerin üzerinde yan yana oturuyorduk. Kendi dondurmamdan bir kaşık alıp ağzımda erittikten sonra yavaşça yuttum.

"Çok fazla yarı zamanlı işte çalıştım. Japon restoranlarında Japon müşterilerle sık sık muhabbet ederdim. Boş vakitlerimde de bol bol Japonca haber izledim. Şey, bir de üniversitedeyken seçmeli Japonca dersi almıştım."

"Etkilendim. Bir dili kendi çabanla ileri düzeyde öğrenmen sıradışı." sahiden etkilenmiş bakıyordu gözlerime. Kendimle gurur duydum ilk defa. Yetişkinliğim geçmiş hatalarımın muhasebesi ile günah çıkararak geçmişti. Bu hissin böyle tatlı bir şey olduğunu bile unutmuşum. Karanlığımda böylesine derine gömüldüğümün farkında bile değilmişim meğer. Kai bana varlığını unuttuğum güzellikleri gösteriyor, tatmadığım hazlar bahşediyordu. Karanlık bir tünelin ucunda yanan ışık gibiydi varlığı. Yanılsamaysa bile yüreğimde ümit ümit yeşeriyordu parıltısı.

"Pek sayılmaz. Bugünlerde bunu yapan çocuklar var. İnterneti harika kullanıyorlar." övgüsünün beni ne kadar derinden sarstığını anlamasın istedim.

"Peki başka ne yaparsın? Boş vakitlerinde yani. Japonca öğrenmek dışında.."

Güldüm. Boş vakit denen şey her ne ise onunla yollarımız nadiren kesişiyordu. Hayatıma uğramayı sevmiyordu belli ki. "Hiç. Evimde otururum. Yatarım. Kitap falan okurum. Bazen televizyon izlerim. Ne bileyim, evde yapılabilecek her şeyi yaparım işte."

"Evini çok seviyorsun." dedi kaşını kaldırıp. Her dediğimi ilgiyle dinliyor, beni tanımaya çalışıyordu.

"Evime aşığım." diye düzelttim. Yalnızca seviyor olmak hislerime haksızlıktı. Evime aşıktım ve ona muhtaçtım. Sahip olduğum, bana iyi hissettiren tek şey.

"Arkadaşların?"

Beklememiştim. Nasıl yanıt vermeliyim diye düşündüm biraz. Utanıyor değildim, bilakis yalnız olmak bana göreydi ama onun buna ne tepki vereceğini bilmiyor olmak beni geriyordu. Özel hayatımı patronuma açmak iyi bir fikir gibi görünmüyordu çünkü. Beni teselli etmeye falan kalkmazdı umarım. "Benim arkadaşım yok." dedim gülümseyerek. Ve tam o an fark ettim bunun beni aslında üzdüğünü. Baekhyun ve Yixing'in arkadaşlığını tatmışken, benim arkadaşım yok demek eskisi kadar kolay değildi.

"Hiç mi?" ufak gözleri açılabildiği kadar açıldı. Sevimli görünüyordu ya da ben bir kaybeden oluşumla yüzleşmemek için gereksiz ayrıntılara takılıyordum. Onunla oturmuş normal iki insan gibi muhabbet etmek halâ fazlasıyla tuhaftı. Kendimi açmam daha da tuhaf.

"Hiç." dedim başımı iki yana sallayarak.

"Özel değilse sebebini öğrenebilir miyim?"

"Üzgünüm."

"Sorun değil Kyungsoo. Bir gün anlatmak istersen dinlerim. Lütfen unutma."

Başımı eğip teşekkür ettim. Birinden bu sözleri duymak, bunca sene sonra duyabilmek öyle kıymetliydi ki zaman tam o anda asılı kalsın isteyecek denli hüzünlenmiştim. Geçmişimi öğrendiğinde de bu şekilde anlayışlı olur muydu işte orası benim için büyük bir gizemdi. Böyle kalmak için susmam gerekiyordu. Bu dert içimi savaş meydanına çevirse de, sırrım ruhumu yakıp kül etse de tek başıma kalmamak için tek başıma yanmaya mecbur..

"Bittiyse alayım." çantamdan çıkardığım poşeti içine önce kendi çöpümü koyup ona uzattım. Bitmiş dondurma kağıdını sıkıştırıp poşetin işine attı. Toparlanıp kalktık. Biraz yürüdükten sonra karşımıza çıkan ilk çöp kovasına poşeti attıktan sonra nehir kenarında yürümeye devam ettik. Akşam çöküyor, soğuk bir rüzgar saçlarımızı karmakarışık ediyordu. Benim saçlarım kısa olduğundan çok bir şey fark etmiyordu ama Kai'nin perçemleri uzun ve gürdü. Kuş yuvasını andırıyordu.

"Neye gülüyorsun?"

"Hiç."

"Bütün sorularıma hiç diye cevap vereceksin anlaşılan. Ama ben bunu cevap olarak kabul etmiyorum."

"Bana kızacağınız bir şeyse?"

"Söz kızmayacağım. Haydi söyle."

Kafamda ölçüp tarttıktan sonra işaret parmağımla saçlarını gösterdim. "Rüzgar saçlarınızı savurdu hep. Darmadağın görünüyor. Sizi daha önce hiç böylesine pasaklı görmediğim için komik geldi."

"Belki de görmüşsündür." dedi. Durup yüzüne baktım. "Her zaman jilet gibisiniz. Bu dediğinize imkân yok bir kere." o andan sonra aramızda manasız fakat bende yanlış bir söz söylemişim hissi yaratan gergin bir sessizlik oldu. Kıyı boyunca yürüyüp taksiye bindik ve otelin önünde indik. Sessizlik odalarımıza değin sürdü. Bir şey söylemek ihtiyacından kıvranıyordum.

"Öyleyse ben gideyim. Size iyi geceler-"

Elimi bileğimden tutup beni kendine çekişi ile dengemi yitirip beline tutundum. Sözüm yarım kalmıştı, ben de onun yüzüne bakakalmıştım. Gözleri biraz kırgın biraz kızgın bakıyordu gözlerime. Çok fazla yakındık birbirimize. Benim için çok fazla bir yakınlık. Kai'nin dudakları birkaç kez aralanıp kapandı. Söyleyecek sözü vardı belli ama söyleyemediği de.

Kartını kapıya okuttuktan sonra açılan kapıdan içeri çektiği bedenimi kendisi ile birlikte yatağa götürdü. Onu izliyor, ne yaptığını anlamaya çalışıyordum. Ceketini ve gömleğini çıkarınca onu takip edip üzerimdekileri çıkardım. Düzgünce katlayıp bir kenara koymuştu. Ben de onun gibi yaptım. Bavulundan çıkardığı pijamalardan birini bana uzattı. Alıp hızlıca üzerime geçirdim. Yedek diş fırçasını bana verdi ve birlikte lavaboda dişlerimizi fırçaladık. Sanki birlikte yaşıyorduk. Evli bir çift gibi..

İşimiz bitince önce suyu sonra ışıkları kapattı. Bileğimden değil elimden tuttu bu defa. Yatağına kadar el ele yürüdük. Önce o girdi örtülerin arasına. Sonra ben uzandım yanına. Kolları belime sarıldı sıkıca. Beni kendine çekti. Çenesi başıma, sırtım göğsüne değiyordu. Neden konuşmadığını merak etsem de cevap almayacağımı bildiğimden sormadım hiçbir şey. Onunla susmak da güzeldi. Konuşmak zorunda olmamak.

"Yarın sabah erkenden dönüyoruz Kore'ye." dedi uyumadan önce birden bire. "Bu gece son gecemiz Kyungsoo. Güzelce uyu."

Evet, biliyordum. Bu gece son gecemizdi. Seoul'de bizi bambaşka bir hayat bekliyordu. "İyi geceler efendim." dedim gözlerimi kapatıp. Son olmasını istemiyordum.
























Kim Bu Gözlerindeki Yabancı?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin