4.

1.1K 130 66
                                    

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Yeni işime başlayalı neredeyse bir ay oluyordu. Aslında tam olarak üç hafta. Bu sürede en sık yaptığım iş sabahları kahve servisi yapmak. Onun dışında öğle yemeği sipariş etmek, kimin nelerden hoşlandığını ve kahvesini nasıl sevdiğini öğrenip günlük veriler ve toplantı raporlarını bilgisayara aktarmak.

Hayal ettiğim iş bu olmasa da düzenli bir işim olduğu ve elime para geçtiği için halimden hayli memnundum. Üstelik diğer çalışanlarla da yavaş yavaş kaynaşmaya başlamıştım. Hiçbiri ile çok samimi olmamaya özen gösteriyordum elbette ama bana sıcak davranmaları da hoşuma gidiyordu. Hatalarımı görmezden geliyor, doğrusunu usanmadan öğretiyorlardı.

Hayatımın bütün o karanlık ve talihsiz günlerini geride bırakmış gibiydim. Her şey korkutucu bir biçimde sorunsuzca ilerliyordu. Son bir iki gündür içime çöreklenen sıkıntının sebebi muhtemelen buydu; bu kadar süt liman olamaz, yoksa gelecek felaketin ön hazırlığı mıydı bu sükunet?

Felaketi çağırmak diye bir durum söz konusu ise gerçekten, benim yaptığım tam anlamıyla buydu belki de. Kötü ihtimalleri düşüne düşüne kötüyü çağırdım. İşimde dördüncü haftama girerken toplantı raporlarındaki verileri yanlış girerek önce Baekhyun'dan, sonra bölüm şefi Jongdae'den ve son olarak başkandan sağlam bir azar yedim.

Adamı ilk görüşümde bunun azar yemek için oluşu benim açımdan hayli onur kırıcıydı. Başkan geçtiğimiz üç hafta boyunca yurt dışında imiş ve oradaki diğer bazı şirketler ile temas kurmaya çalışmış. Görüşmeleri oldukça da iyi geçmiş. Bu başarının onu mutlu edip yumuşatacağını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Başkanımız Kim Kai başarısızlığa asla tahammül edemeyen bir adam olduğundan dolayı küçük hatalara bile büyük tepkiler verirmiş. Beni odasına çağırıp azarlaması da bu yüzdendi.

Baekhyun, başkanın benimle görüşmek istediğini söylediğinde, sandalyesini sürükleyerek yanıma gelen Yixing bana moral vermeye çalıştı. İfadesinden hiç umut olmadığını anladım ama. Kesilmeye giden bir kurbanmışım gibi bakıyordu herkes bana ve başkanın odasına ulaşana kadar geçen o birkaç dakika ecel terleri döktüm. Adamı hiç görmemiştim ve nasıl biri olduğunu hakkında en ufak fikrim yoktu.

İçeri girdiğim an onu önündeki dosyaların arasına gömülmüş buldum. Üzerinde takım elbisesi vardı ve jölelenip tutturulan saçları hafifçe uzundu.  Yaklaşık on beş dakika boyunca hiç konuşmadan ve hatta başını şöyle bir kaldırıp bakma tenezzülü bile göstermeden beni öylece bekletti. Her geçen dakika işlerin benim için kötüye gittiğine işaret ediyordu ve ilk defa korktum. Atılmak istemiyordum. Onca uğraştıktan sonra olmaz.

"Burada kaçıncı günün?" diye sordu ve korkudan cevap veremedim. Başı hala önündeydi, yüzüme bakmamak konusunda nedense ısrarcıydı. Belki de beni pek çok şekillerde aşağılamaya karar vermişti ve bu da onlardan biriydi. Bense dudaklarımı dişlerimin arasına almış ezip duruyordum.

Benden cevap gelmeyeceğini anlayınca "Dört işlem biliyorsundur herhalde." dedi dalga geçer gibi. Hayır, zaten dalga geçiyordu. Hemen ardından başını kaldırıp direkt yüzüme baktı. Yüzü ifadesiz, ama aynı zamanda bir şekilde öfkeli görünüyordu. Gözlerimizin buluştuğu o ilk an korkunç bir şey oldu. Başkanın yüzünden şaşkınlığa benzeyen bir duygu akıp gitti. Bana öyle gelmiş de olabilirdi tabi, adamı tanımıyordum ve onun hakkında fikir sahibi olabilecek kadar bilgiye sahip değildim.

Tuhaf olansa benim göğsümün de bu ilk karşılaşma ile sancımasıydı. Kime olduğunu asla çıkaramamakla birlikte, o kahverengi gözler bana birini yahut bir şeyi hatırlatıyordu. Acı verici ama bir o kadar da manasız bir şeyi. Bu tuhaftı, tuhaf ve çirkin. Bu yüzden başkanın gözlerine bakmaktan hiç hoşlanmadım. Gözlerimi hemen yere indirdim. O an aklımdan tek geçen bir an önce bu odadan çıkıp gitmekti. Kovulmayı bile göze alabilirdim.

"Sen!" dedi sinirli olduğunu düşündüren bir sesle. "Adın ne?"

"Doh Kyungsoo efendim." dedim başımı yerden kaldırmayı reddederek.

"Seni kim işe aldı Kyungsoo? Basit bir dosya doldurma işini bile beceremeyen birini hangi çalışanım almış olabilir? Seninle birlikte onları da kovmalıyım belki de. Ne dersin?"

"Efendim ben..."

"Bir aylık maaşını al ve çık."

"Lütfen..."

"Lütfen ne?"

Bekledim. Ne söylemem gerektiğini düşünerek bekledim. Ellerimi hemen önümde kavuşturmuştum ve gerginlikten parmaklarımı delice yoğurup duruyordum.

"Evet seni bekliyorum." dedi sert bir şekilde.

"Ben..." diyebildim ama devamını bir türlü getiremedim. Çaresizdim. Ona beni kovmaması için yalvaracak kadar çaresiz. Ama gururum beni adamın ayaklarına kapanmaktan men ediyordu.

"Sana bütün günümü ayırabileceğimi düşündüren nedir stajyer? Söylemek istediğin her ne ise lafı gevelemeden söyle ve git. Burada oturup bütün gün seni bekleyemem. Beni anlıyor musun?"

Ağlamamalıydım. En azından burada değil. Buna rağmen kendime engel olamadım. Dolan gözlerimden yaşlar dökülmeye başlamıştı ve otuz yaşında koskoca adam olmama rağmen patronumun karşısında bir çocuk gibi ağlamaya başladım.

"Özür dilerim."

"Özür dilemene gerek yok." dedi dalga geçer gibi. "Özür dilemen hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Ağlaman da tabi."

O an beynimden vurdu beni o cümlesi. Başımı kaldırıp patronumun yüzüne baktım dehşetle. Tam da o an anladım onu kime benzettiğimi. Bu, tanrının bana oynadığı bir oyunu olmalıydı. Başkaca hiçbir açıklaması yoktu. Bütün hayatım bana acı çektirmek üzere düzenleniyordu. Benimse buna katlanacak gücüm kalmamıştı daha fazla.

"Hayır." dedim çenemi kaldırıp. "Sizden değil, kendimden özür diliyorum. Daha en başından buraya hiç gelmemeliydim. Kendimi sizin gibi biriyle muhatap ettiğim için kendimden özür dilerim."

Bu defa kapıyı da çarptım çıkarken. Masamdaki eşyalarımın hiçbirine dokunmadan dışarı attım kendimi. Ofistekilerle yüzleşebilecek ve onlara içeride neler olup bittiğini anlatacak halde değildim. Eşyalarımı bana bir şekilde kargolayacaklarını da biliyordum. Çatı katıma vardığımda üzerimi bile çıkarmadan kendimi yatağa attım. Tavan her zamanki gibi beni bekliyordu.

Yine işsizdim. Cebimde beş kuruşum yoktu.


Kim Bu Gözlerindeki Yabancı?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin