Haziran 1998
Hava sıcak, gökyüzü masmaviydi. Sabah saatleriydi, 9 civarı olmalıydı. Süheyla uzun uzun pencereden gökyüzünü izledi. Saçları tek örgü şeklinde sırtına dokunuyordu, üzerindeki elbise beyazdı. Dizlerine kadar gelen elbisenin eteğinde ve yakasında dantel işlemeler vardı. Babasının hediyesiydi.
Göz altlarından kaç gündür uyuyamadığının tahminin yapabilirdiniz. Titrek bir nefes aldı. Açık pencereden esen ılık rüzgar tenini sıyırıp geçtiğinde gözleri kapandı. Ne yapacaktı böyle? Kendine neden gelemiyordu? Kaç ay olmuştu babası öleli? 7 ay? Belki biraz daha fazla. Tarihleri aklında tutamazdı Süheyla. Ama öğrendiği anı hatırlıyordu.
Soğuk bir gündü ve kampüsten yeni çıkmıştı. Feride kendisine doğru koşuyordu, yüzü kıpkırmızıydı. Orada öğrenmemişti ama Feride biliyordu. Hastaneye gittiklerinde yere yığıldığını hatırlıyordu Süheyla. Morga girmek için yalvardığını hatırlıyordu.
"Günaydın."
Duyduğu sesle irkilip omzunun üzerinden kapıya doğru baktı. Feride sabahlığıyla duruyordu ve kendisine gülümsüyordu. Zorlukla gülümsedi. "Günaydın."
"Kahvaltı hazırlayalım, gel."
Salondan çıkıp mutfağa doğru ilerlediler. Birkaç gündür Feride'de kalıyordu. Feride ısrar etmişti, o da kırmamıştı. Zaten böyle bir şeye uzun süredir ihtiyacı vardı. Asaf'la arasında olan şey de tuz biber olmuştu iç sıkıntısına.
Kahvaltıyı hazırladılar. Feride normalden biraz daha hızlıydı ve her şeyi fazladan yapıyordu. Süheyla buna anlam veremedi. "Neden böyle acelecisin? Mehmet mi gelecek?"
Feride duraksadı. "Mehmet şehir dışında. Ayrıca aceleci değilim, her zamanki halim. Sen şunu alsana, omleti yap. Ben üzerimi giyineyim." Şüpheli hareketlerdi bunlar. Süheyla anlam verememişti ama yakında çıkardı kokusu.
Omleti yapmaya koyuldu. Tam tavaya dökeceği sırada kapı çalınca hemen tavanın altını kapadı. "Kim geldi Feride?"
"Ekmek istemiştim, bakıversene canım." Arka odadan seslenen Feride'ye gülümsedi Süheyla sonra kapıya doğru gitti. Kapı bir kez daha tıklandı.
"Geldim," derken kapıyı açtı. Donakaldı. Kapıdaki kişi apartman görevlisi değildi. Bakkalda çalışan çocuk da değildi. Kapıda siyah kumaş pantolonu ve beyaz gömleği içinde duran kişi Asaf'dı.
Asaf'ın elindeki ekmeği görünce Feride'ye içinden söylendi. Pis kumpasçı, diye düşündü. Asaf yüzündeki ufak tebessümle duruyordu. "Günaydın."
"Günaydın. Gelsene."
Siyah ruganlarını çıkardı ve kapı kenarında duran terliği geçirdi ayaklarına. Süheyla ekmeği elinden aldı ve kaçarcasına mutfağa girdi. Hemen ocağı yaktı, yağın kızışmasını duyunca yumurtayı döküverdi. Asaf arkasındaki masada oturuyordu. Nerede kalmıştı bu Feride?
"Aaa, hoş geldiniz doktor bey. Geç kaldınız sanki biraz."
"Trafik vardı. Acele de edince iyice düğüm oldu."
Feride güldü. Süheyla bakmıyordu hiç. Yumurta olunca dolabı açtı ve servis tabağına uzandı. Eteği dizlerinden yukarı doğru sıyrılmıştı, güzel vücudu esnek görünüyordu. Asaf bakışlarını uzaklaştırdı ve çayları koyan Feride'yle sohbete devam etti.
Süheyla düşünceliydi. Neden gelmişti ki bu adam? Küs değil miydi kendisine? Gülmesi sinirini bozuyordu. Ama iç gıcıklayıcı bir hoşlantı da duymuyor değildi. Tabakları masaya koyarken kendine kızdı. Aptallaşma Süheyla, dedi kendi kendine, aptallaşma.
Yüzündeki ufak gülümsemeyle yuvarlak masaya oturdu. Asaf sağında, Feride solundaydı. Bakışlarını kaldırınca Asaf'la göz göze geldi. Neredeyse yüzü kızaracaktı, hemen Feride'ye döndü.
"Nişan ne zaman?" Asaf Feride'yle rahat rahat konuşuyordu, ilgili görünüyordu. Süheyla onun özenle taranmış açık kahverengi saçlarına ve parlak yeşil gözlerine baktı. Siyah kravatı özenli bir şekilde bağlanmıştı ve gömleği gerçekten son derece kusursuz duruyordu. Bakışlarını kaçırdı.
"Temmuz başı. Sana davetiye göndermiştim, eline geçmedi mi?"
"Postalara toplu bakıyorum. Hem davetiye olmasa da geleceğimi biliyorsun," deyip gülümsedi Asaf.
Süheyla Asaf'la yakın olunca, Feride de Asaf'ın arkadaşı olmuştu. Feride zaten herkesle anlaşabilen biriydi. Ama böyle emrivaki yapıp Asaf'ı kahvaltıya çağırması Süheyla'yı diken üstünde bırakmıştı. Arkadaşının derdini biliyordu Süheyla. İçten içe Asaf'la Süheyla'yı birbirine yakıştıran Feride, bu kahvaltıyı barışmaları için düzenlemişti.
Asaf ise zaten birkaç gündür vicdan azabı çekiyordu. Kliniğe gelip her şeyi açıklayan Feride, Asaf'ın vicdanına dokunmuştu. Süheyla'yı yok yere üzdüğünü düşünüyordu ve tekrardan arkadaş olmayı istiyordu. Ya da belki... daha fazlası olmayı.
Süheyla biten çayları doldurmak için kalktığında Feride kaş göz işareti yapıp Asaf'ı konuşmaya teşvik etti. Sonra yerinden kalktı. "Aa, ben Mehmet'i arayacaktım, beni bekliyordu. Siz için çaylarınızı, hemen geliyorum ben."
Süheyla omzunun üzerinden sert sert baktı Feride'ye ama Feride hiç oralı olmadı. Sinsi kız, diye düşündü içinden Süheyla, aklınca Asaf'ı bana yamıyor. Feride çıktı, Asaf Süheyla'ya baktı.
Çayını önüne koyarken Asaf'ın eli eline değince telaşlandı Süheyla. Çekiverdi elini. İkisi de şaşakalmıştı. Ne oluyordu böyle? Asaf, neden böyle içim titredi, diye düşündü. Süheyla, elleri ne kadar sıcak, yaz günü gibi, diye düşündü. Bakışlarını kaçırdılar.
"Süheyla..."
"Efendim?"
Asaf başını Süheyla'ya doğru eğip yüzünü görmeye çalıştı. Süheyla başını önüne eğmiş eteğindeki dantellerle oynuyordu. "Ben... Sert çıkıştığım için özür dilerim."
"Ben de... Arkandan öyle saçma sözler söylediğim için özür dilerim."
Sessizlik oldu bir süre. "Barıştık mı?" diyen Asaf gülümsüyordu. Süheyla cevap vermemişti ama Asaf için Süheyla'nın dudağındaki tebessüm yeterliydi. Teninin ipeksiliği büyülüyordu Asaf'ı. Ve süt gibi tenine değen parlak saçları. Dizine kadar gelen eteklerinin salınışı. Uzun ince parmaklarıyla saçlarını düzeltişi. Ah. Ne kadar efsunkar, dedi içinden, daha önce böyle bir kadın görmemiştim.
Sessizce çaylarını içtiler. Süheyla pencereden dışarıyı, Asaf'sa Süheyla'yı izledi.
xxx