Ağustos 1998
Mehmet'in elindeki poşetleri alan Feride, nişanlısının yanağından öptü. "Hoş geldin can." Mehmet gülümsedi. "Hoş buldum hanımım. Nasılsın?"
"İyiyim, iyiyiz. Süheyla'yla balkonda oturuyorduk. Sen n'aptın?"
Ayakkabılarını kenara çıkaran Mehmet, aynı anda terliklerini giydi. Yüzünde ufak bir sırıtış vardı. "Doktor beyle pazarı gezdik. Sonra onlara gittik, ablası pasta börek yapmış. Satranç oynayalım diye ısrar etti, iki üç el attık. Efsane adam valla. Hem zeki, hem akıllı," deyip güldü.
Beraber mutfağa geçtiler. Feride mutfak balkonunda oturan Süheyla duymasın diye fısıldayarak konuştu. "Sordun mu?"
Mehmet'in gülüşü genişledi. "Tahminin doğruymuş. Fena hoşlanıyor bizim kızdan. Bunların aralarını yapmak lazım."
Feride hafiften alt dudağını ısırdı. "Ama Mehmet... Adam evliymiş bir zamanlar. Süheyla adamı yanlış anlamış. Ya da... Belki doğru anlamıştır. Emin misin sen adamın hoşlandığından?"
Mehmet biraz düşündü. "Yani... Bence boş değil Süheyla'ya. Ama eminim diyemem. Açık açık konuşmak lazım. Süheyla ne düşünüyor?"
Feride güldü. "Asaf'ın adı geçtiği an dut yemiş bülbül oluyor valla. Ay anlamıyorum, seviyorsan söyle bitsin gitsin. Çok inatçı."
Mehmet duraksadı. "Feride... Çağırayım mı ben Asaf'ı? Otururuz hep beraber."
Feride'nin gözleri parladı. "Ay, gelir mi dersin?"
"Gelir bence. Arayayım bekle," deyip holdeki sehpada duran ankesörlü telefona yöneldi. Tam o sırada Süheyla mutfağa girdi. Gözleri masanın üzerinde duran poşetteki kavuna kayınca anında bakışlarını kaçırdı. "Hoş geldin Mehmet," diye seslendi hole doğru. Sonra Feride'ye döndü. "Baksana Feride, dergiden bir lif modeli buldum. Çeyizin için. Beğenirsen başlayayım hemen."
Feride çay bardaklarını doldururken baktı dergiye. "Çok güzel, mavili pembeli örsen ya bir tane?"
Süheyla gülümseyerek baktı dergiye. Severdi el işlerini. Kendi odasına gitmek için hole girdiğinde telefon başında duran Mehmet'i gördü.
"Abi ne var sanki ya? Çay içeceğiz, sohbet edeceğiz. Sonra biz ikimiz gideriz. Saat de erken hem. ... Ölmezsin bir günlüğüne hastalarınla ilgilenmezsen. ... Ya Asaf uzatma abicim, hadi kapatıyorum, atla arabaya on beş dakika sonra burada ol, bekliyorum. Tamam? Hadi. Hadiiii, kapattııııım." Telefonu çat diye yerine yerleştirdi. "Ne inatçı adamsın sen ya," diye söylenerek arkasını döndü. Süheyla'yı öyle dikilirken görünce irkildi.
"Asaf mı geliyor?" Süheyla'nın beyaz teni daha da kağıtlaşmıştı sanki. Mehmet yutkundu. "Otururuz diye... Şey ettim."
Süheyla hiçbir şey söylemeden rüzgar gibi geçti Mehmet'in yanından. Kalbi bir anda hızlı hızlı atmaya başlamıştı. Odasına girer girmez dergiyi yatağa attı ve derin derin nefes almaya başladı. "Eyvahlar olsun. Eyvahlar olsun! Ne yapacağım şimdi ben?" Aynaya takıldı gözleri. Aynı anda donakaldı. "Ya şu tipime bak! Ay kafayı yiyeceğim," diye kendi kendine telaşla fısıldarken makyaj masasına oturdu ve dağınık halde duran salık saçlarını tarakla fırçalamaya başladı. Öyle hızlı taradı ki saçlarını, tüm teller kabarmış ve elektrik çarpmış hale gelmişti. Neredeyse ağlayacaktı.
Sonra derin bir nefes aldı. "Sakin ol Süheyla. Sakinleş. Gelecek. Çay içecek. Gidecek. Bir şey yok. Örgü örersin sen. Bakmazsın." Aynaya baktı. Kabarmış bal köpüğü rengi saçlarıyla ve kağıtlaşmış suratıyla korkunç göründüğüne karar verdi. "Ya konuşmaya çalışırsa? Ne derim ki? Çok ayıp ettim zaten." Elleriyle yüzünü kapattı. "Of ya!"