Temmuz 1998
Yine o kavun tablosunun önünde, ayakta dikiliyordu Süheyla. Tabloyla arasında kısa bir mesafe vardı, bir an, tek bir adım atsa tablonun içine elini uzatıp kavunu tutabileceğini sandı. Elini tabloya uzattı ama düşündüğü gibi kavuna doğru değil, sağ alt köşede, siyah mürekkeple atılmış imzaya dokundu. C Osmanoğlu. Kimdi? Kimdi bu tabloyu çizen? Neden Süheyla'yı böyle derince içine doğru çekiyordu?
"Süheyla hanım?"
Süheyla irkilerek sekretere doğru döndü. Genç kadının yüzündeki endişeli tebessümü gördüğünde uzun süredir bu tablonun önünde olduğu fark etti. Boğazını temizledi.
"Asaf bey sizi bekliyor."
"Tamam, teşekkürler." Verdiği kısa cevabında ufak bir utanç gizliydi. Süheyla insanların kendisi hakkında kötü şeyler düşünmesini asla istemiyordu. Çünkü ona göre insanların düşünceleri zehirliydi ve kendisi de bu zehirle mahvolmayı istemiyordu.
Ahşap kapıyı iki kez tıklayıp yavaşça kulpu çevirdi. Asaf pencerenin önünde, arkası kapıya dönük şekilde ayakta duruyordu. Gömleğinin kolları iki kez katlanmıştı ve bugün giydiği gömleğin rengi koyu griydi. Siyah kumaş pantolonun belini saran siyah deri kemerle, boyu olduğundan daha uzun görünüyordu. Geniş omuzları oradan bakıldığında çok dokunulasıydı.
Asaf kapıya doğru dönmeden, "Hoş geldin Süheyla," dedi kısık sesle. Süheyla yavaş adımlarla Asaf'ın masasının tam karşısında duran tekli siyah koltuğa oturdu. Çirkin bir gıcırtı sesiyle biraz kıpırdandı ve çantasını önündeki engin masaya bıraktı. "Hoş buldum doktor bey." Sesindeki belli belirsiz enerjiyi fark eden Asaf omzunun üzerinden genç kadına baktı.
Siyah, dizlerine kadar gelen pamuklu elbisesinin kolları dirseğinin biraz üzerindeydi. Bu sefer elbise belden sıkmalı değil, göğüsten bol inen türdendi. Siyah bantlı sandaletlerini giymişti ve saçları tek örgü şeklinde sırtına değiyordu. Yine çok güzel olduğunu düşündü. "Nasılsın?"
Süheyla önüne saç düşmemesine rağmen işaret ve orta parmağını kulağının üzerinden geçirdi. Asaf'a bakmıyordu. Daha doğrusu bakamıyordu. Bir hafta önce beraber bulundukları nişandaki çekimi yeniden hissetmekten ölesiye korkuyordu.
Asaf yavaş adımlarla kendi sandalyesine doğru ilerledi ve masasının arkasına geçip yavaşça oturdu. Gözleri Süheyla'dan ayrılmıyordu.
"Açıkçası... Kötüyüm diyemem. Ama iyiyim de diyemem. Gerçi son zamanlarda hep bu ruh hali içindeyim. Önceden hep kötü hissettiğimi düşünürdüm ancak artık arafta duran bir his içindeyim." Duraksadı ve kaşlarını çattı.
Bal köpüğü rengi kısa kaşları çatıldığında dudakları hafifçe aralanıyor, öndeki iki beyaz diş hafifçe kendini gösteriyordu. Vişne çürüğü rengindeki minik dudaklarla tamamlanan bu görüntü Asaf'a iyi şeyler yapmıyordu. Süheyla'nın dudaklarına bakmak işkence gibiydi. Asaf boğazını temizledi.
"Bu iyiye işaret. Depresyonun son demleri diyebiliriz. Babanın acısı artık eskisi kadar ağır değil."
Asaf kelimelerini dikkatle seçiyordu ama Süheyla o cümlesini bitirdiği an kusacak gibi olmuştu. Bu kötü bir şey miydi? Babasını unutuyor muydu? Anında gözleri dolmaya başladı.
"Ama Asaf... Ben... Bunu istemedim ki. Onu unutmayı istemedim." Sesi çatallanıyordu ve ağlamak üzereydi.
Asaf kendi kendine sövdü. Türkiye'nin en başarılı psikiyatristlerinden olan Asaf Osmanoğlu, gözleri dolan bir genç kızın karşısında tutulup kalıyordu. Neredeydi onca tıbbi bilgi? Yüzlerce psikoloji makalesini babaannesinin hatırına mı okumuştu?