Bölüm 1 "Hayatın Trajedisi"

32 2 4
                                    

“Hayatın Trajedisi;
Geçmişten Geleceğe Atılan Sahipsiz Adımlar…”

1.BÖLÜM

‘‘Asla sevmediğim birine seni seviyorum demedim
Ya da asla birini severken karşılığını beklemedim
Dostluğuma değer biçmedim, sevgime ise hiçbir sınır çizmedim .’’
-CAN YÜCEL-
========

Yoon Chae Min ve Lee Han Joon çocuk yıllarından beri hep çok iyi arkadaştılar. Arkadaşlıktan öteydi bu duygu, belki de dünya literatüründe bu ilişkiye bir isim koymak mümkün değildi.

Her canlının, her cismin, hatta her duygunun bir adı vardı bu hayatta, balkabağının bile bir adı vardı mesela. Sadece ona özel, onu tanımlayan ve benzerlerinde ayıran. Bir hayvan sahibi olunca yapılacak ilk iş bir isim koymak olur daima; kediye minnoş, köpeğe karabaş, kuşa geveze ve daha nice klasikler…

Kızgınlıkların, öfkelerin ve kainat onun üzerine kuruluymuş gibi hissettiren, bazen yakan, bazen insanın kanını donduran, esasında tüm gariplikleri o üç harfin içine sığdıran aşkın bile bir adı vardı.
Yoon Chae Min ve Lee Han Joon’ un ilişkileri dışında…

İsimler sadece kabuktu aslında öze dokunmayan insanların hayatı tanıyormuş gibi davranmalarının sembolüydü beklide. Evet aslında tamda buydu doğru cevap.

İsimleri, tanımlamaları insanlar ortaya çıkardı ve buna ihtiyaç duyan da sadece onlardı. Yoksa kainatta her şeyin işlevi aşikardı, bunu anlamayıp sınıflandırmalara gitmek, illaki bir isim koymak insanoğlunun anlayışının sınırlarının bir zaafıydı.

Ama bu ikili asla ilişkilerine bir isim koymaya gerek duymadılar hiçbir zaman, çünkü bir tanımlamaya hapsolmak istememişlerdi. Sınırını ve ölçüsünü belirlemediler yaşadılar sadece…Neticede kainatta her şey aşikardı.

Yoon Chae Min ; güzel, alımlı okulun en sessiz ama ağırbaşlılığı ile ilgili odağı olmuş masum kızı. Lee Han Joon; yakışıklı, karizmatik, havalı, okulun ve hatta semtin tüm güzelleri ile en fazla birer aylık periyotlarla sevgili olmuş delidolu birçok kızın hayallerini süsleyen beyaz atlı prensi. Chae Min ne kadar sessiz ve sakinse Han Joon da bir o kadar delidolu, kabına sığmayan bir haylaz…

Çocukken yaşadığı terk edilmişliğin verdiği acı gençliğinde boş vermişliğe dönüşmüştü sanki. Han Joon, anne ve babası ayrıldığında -daha doğrusu babası onları terk ettiğinde-annesi ile başka bir semte taşınmışlardı.

Annesi her şeye rağmen ayakta durmaya çalışıp şirketteki işlerine azimle asılmıştı. Kore’nin görüp görebileceği en iyi mimar olmaya ant içmişçesine kendini işine veren bayan Kim Hye Sun, terk edilen kadın olmanın acısını böyle çıkarıyordu. Oğlu için çalıştığını söylerdi hep ama artık ona kocasını hatırlatan bu çocuğa olan sevgisini içine atmaya başlamıştı.

Lee Han Joon annesi ile taşındıkları mahallede aylarca kimse ile konuşmamıştı sadece kavga ediyordu, mahalledeki çocukların toplarını alıp huysuz harabojinin bahçesine atıyordu çocukların onu dövmesini istiyordu aslında. Kendisinde buluyordu bu yalnızlığın suçunu ve böyle cezalandırıyordu kendini öyle ya sonuçta o, babasının terk ettiği annesinin bağrına bile basmadığı bir zavallıdan öte değildi.

Onun suskunluğu ve kavgaları beş ay boyunca devam etti ta ki babası yeni evlendiği kadın ile Amerika’ya giderken onu son kez görmeye geldiği gün ona elindeki balkabağı tatlısını uzatan, saçları iki yana örgülü ve muhtemelen kendi yaşıtı dünya tatlısı bu kız yanaklarından süzülen yaşı silip o küçük omuzlarına Han Joon’un başını yaslayıp ‘‘artık geçti’’ diyene kadar…

Babasının arkasından koşarken düştüğü yerde yanına yaklaşıp ona bu iki cümleyi bu iki cümleyi söylemişti bu kız … “Artık geçecek değil mi?” diye sarılıp haykırışlara dönüşen ağlamasıyla sanki aylardır içinde biriken korkuları silip atıyordu ve bu kızın küçük omuzları ne kadar da huzurluydu.. O gözlerde anlayış vardı ve hep onun yanında olacağının yeminiydi belki de… Biran çekindi utandı ve kalmak istedi ama bu kız “erkeklerde ağlar hem e bazen kızlardan bile daha çok hak ederler” demişti nasıl da anlamıştı bir bakışıyla düşüncelerini..

Balkabağının tadını hiç sevmemişti Lee Han Joon ama bu melek yüzlü kurtarıcı madem seviyordu –ki onunla tüm samimiyeti ile paylaşıyorsa bu onun bu sebzeyi sevdiğini gösterirdi- o da pekala bu sebzeyi çok seviyor taklidi yapabilirdi ki, öyle de yaptı zaten.

O gün, içinde kaybolan adını koyamadığı o duygu tekrar filiz vermişti ve bu kız o günden beri onun hem annesi , hem babası, hem dostu, hem sırdaşı, hem kardeşi olmuştu hem de… hem de… devamını getiremiyordu Han Joon … bir şeyler daha vardı sanki ama neydi? İşte bunun cevabını bilmiyordu.?

Bu kız hep onu koruyup kollardı, sahip çıkardı sebepsiz yere, onun da ailesi yoktu. O ve babaannesi de yeni taşınmışlardı bu mahalleyle tıpkı Han Joon ve annesi gibi hayata yeni bir başlangıç yapıyorlardı sanki!

Yaşlı babaannesi ile yaşayan bu sahipsiz kız , kendisinin bile sahip olmadığı aile sevgisini, ilgisini ve şefkatini Han Joon’a vermişti her zaman Yoon Chae Min , Han Joon’a karşı hep sorumluluk hissederdi. Attığı her adımda, aldığı her kararda iki kişilik düşünürdü .
Mahalledeki meyve bahçeli evin sahibi ajusshi Chae Min’i çok severdi, bahçeye dalan mahallenin afacanlarını sopayla kovalarken, bu şirineye kucak dolusu meyveler verirdi. Aslında birer tane vermek isterdi ama bu kız ‘‘ Han Joon’a da ’’ diye bir taleple gelince onu kıramayıp koparmaya kıyamadığı kirazları , portakalları , elmaları Han Joon’un sevdiği şekilde yaprakları ile toplardı.

Kızların peşinde koşmaktan sınavlara hiç çalışmazdı Han Joon. Sınava dakikalar kala , tenefüs aralarında Chae Min ona birkaç konuyu anlatmaya çalışırdı ve tabi bu durum onun umurunda bile olmazdı . Ama Han Joon okulu birincilikle bitirdi, Chae Min ise zorlukla … Çünkü; her sınavda kağıdını hızla doldurup Han Joon ‘un önüne koyardı kalan zamanda ise kendi adına bir kağıt yetiştirmeye çalışırdı.

Sınıfa kitaplarını getirmeyi unutacağını bildiğinden daha doğrusu stiline kitapları taşıyarak zarar vermek istemeyip asla kitaplarını yanına getirmeyeceğinden o cılız vücudu ile bu kız her gün onun kitaplarını da taşırdı kendi evinden okula , üstelik bir gün bile şikayet etmeden suratını asmadan , daima kocaman bir tebessüm ve mutlulukla yapardı bunları.

Bu kız neden bu kadar garipti ki? Han Joon yalan söylediğinde , üzüldüğünde , sinirlendiğinde hiç bir şey söylemesine gerek kalmazdı . Yoon Chae Min anlardı her şeyi gözlerinden, kelimelere ihtiyaç duymazdı asla ilk hoşlandığı kız ile arasını yapan da bu kızdı , baş belası kızları ondan uzak tutan da...

Şimdi mihrapta rahibin önünde beklerken kendine doğru ağır ama kendinden emin bir edayla gelen kadına bakınca tüm hayatının gözlerinin önünden geçişi şaşırtıyordu Han Joon’u… Üniversitenin 3.yılında aşık olduğunu düşünüyordu bu kıza ve o kız babasının kolunda ağır adımlarla geliyordu damada doğru ve hemen arkasında baş nedime Yoon Chae Min …

Ama bembeyaz gelinliği ile ona doğru gelen kadınla değil de neden Chae Min ile olan anıları doluyordu zihnine…

Chae Min ; şu an karısı olmak üzere olan Yoo Ri ile üniversitenin son yılında onunla sevgili olmasını sağlayıp onu istediği mutluluğa kavuşturduktan sonra babaannesinin ölümü üzerine Kore’den uzaklaşmak isteyerek yurtdışında kazandığı burs ile Amerika’ya mastır yapmaya giden ve 2 yıl sonra da başarılı bir doktor olup onların düğünü için geri dönen ilk arkadaşı, ilk dostu , ilk kardeşi , ilk sırdaşı ve ilk … ilk … ve ilk neydi.?

“Beklenen bir zaman vardır herkes için, ama asıl önemli olan kimi beklediğimizdir. Bizi bekleyenler beklemekten yorgun düşerken belki de biz yanlış bir durakta oyalanmaktayızdır… Gelin görün ki adresi bilinmez gönül duraklarının, sadece bulmak gerekir, bulduğunu sanmaksa hayatın trajedisidir…” Sümeyra

---1.bölüm sonu---

İSİMSİZ DUYGUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin