Gülüşünü hiç unutmadım.
İlk arkadaşım ve çocukluğum anısına...BÖLÜM 1: Karmaşanın Neşeli Sonu
Gün ışığı.
Tüm insanlığı tek başına aydınlatmaya yetecek kudrete sahip ve çıplak gözle bakılmaya cüret edilemeyecek kadar parlak.Mum alevi.
Hafif bir esintiden bile korunmaya muhtaç ve zamanla tükenmeye mahkum.Hayatta yaşama anlayışı farklı farklı olan birçok insan vardır. Kimileri dünü ve yarını boşverir günü kurtarır. Kimileri anın tadını çıkarmaya bakar. Kimileri büyük idealler için yaşar, bir ömürlük planları vardır. Kimileri ise başkalarının planladığı hayatı yaşar.
Bu liste uzayıp gidebilir, bana göre ise insanları sınıflandırmanın daha kısa bir yolu var;
Güçlüler ve güçlü olamayanlar.
Gün ışığı veya mum alevi gibi olanlar.Ne yazıkki ben hep mum alevi oldum. Hayatım hep başka insanların iki parmağı arasındaymış gibi hissetmekten hiç kurtulamadım. Canları istediğinde söndürebilecekleri güçsüz bir alev.
Yazılmış, çizilmiş bir kurguya figüranlık yapmak belki de benim suçum. Kabullenmiş bir şekilde bu hayatı yaşıyor olmam belki de korkaklıktı. İtiraz hakkına sahip miydim? Hiç denemedim. Kendi kaderimi çizmeyi deneme cesaretini gösteremedim.Fazlaca uzamış saçlarımı tararken düşünceler beynimde dönüyor, tarağın izlediği yolu dalgın bakışlarım takip ediyordu. Yine bir parti için hazırlanıyordum ve hareketlerim birbirini takip eden reflekslere dönüşmüştü. İsteklerimi sorgulamadan rutinleri yerine getiriyordum.
Hala nemli olan saçlarım omuzlarımdan dökülürken vücudumu bir titreme aldı. Kabarmadan onlara şekil vermeliydim. Gevşek bir balık sırtı örgünün ucunu ensemde topuz haline getirdim. Hafif bir makyajı kırmızı rujla tamamlayıp, kırmızı elbisemi giydim. Çantamı da aldıktan sonra odadan çıktım.
Aşağıya indiğimde babam hazır bir şekilde bekliyor, elindeki kitaba ayaküstü göz gezdiriyordu. Kendimi bildim bileli böyleydi. Önümde sürekli okuyan bir insan olduğu için benim de kitapları sevmem zor olmadı. Ve büyüdükçe, çoğu yalnız insan gibi, kitaplara sığınmaya başladım.
Beni gördüğünde mütebessim bir ifade aldı yüzünü. Şefkat dolu bakışlarıyla başını, beğendiğini belirten bir edayla yana yatırdı. Ben de yanağına teşekkür mahiyetinde usulca bir buse bıraktım. Aramızda oluşturduğumuz ve sıklıkla tekrarlanan sözsüz diyaloglarımız bana keyif veriyordu.
Babam, her fazla kitap okuyan insan gibi, çoğu zaman sözler yerine bakışlarına yüklediği anlamlarla konuşurdu. Onun konuşmadan söylediklerini anlayabilmek sanki matematik problemleri çözmek gibiydi. Düşündürücü ve sonuca ulaştığında mutluluk verici. Belki de sadece bana özel olduğunu düşündüğüm için bu kadar zevk alıyordum.
"Anlaşılan annem hazır değil baba."
"Bekleme görevi yine bize düştü ay ışığım." Rahatsız edici derecede beyaz ten rengimi çağrıştırdığı için bana böyle hitap etmesine uzun süre takılsam da babam hiç vazgeçmemişti. Büyük mücadele sonucu sadece ev içerisinde kullanması koşuluyla kabullenmiştim.Babam kitabına dönerken ben de odanın içinde dolaşmaya başladım. Burası evin bir çok bölümüne açılan ve üst kata çıkan merdivenlerin bulunduğu geniş bir salon olarak düşünülebilirdi. Daha çok karşılama holü tarzında döşenmişti. Dış kapıya yakınlığı, ve geniş camları yüzünden her daim serin olurdu.
Şömineye doğru ilerledim. Köz halini almış odunlar küle dönüşmeden önce son parıltılarını saçıyorlardı. Etrafa yayılan hafif ısı tenime değince hala üşüdüğümü farkettim. Ellerimi kollarımda gezdirerek ısınmaya çalışırken, şöminenin üzerindeki rafta duran aile fotoğrafımıza baktım. Bildiğim tek fotoğrafımız buydu. Her ayrıntısını bildiğim halde incelemekten vazgeçemiyordum.